top of page
Kılavuz

TABİB Gönüllüsü Kadim Fırat: “Belediyelerde fiili grev uygulamaları ön plana çıkmalı”

TABİB Gönüllüsü Kadim Fırat: “Belediyelerde fiili grev uygulamaları ön plana çıkmalı”

Kasım ayı boyunca, emek mücadelesi söz konusu olduğunda, toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecindeki belediye işçilerinin grev kararları ve bu grevler ortaya çıktığı anda onların sönümlenmesine sebep olan sendikaların belediye yönetimleriyle girdikleri ilişki gündemdeydi.


Belediye işçileri, yaz aylarından beri devam eden bir toplu iş sözleşmesi sürecindeydi. Hangi partinin yönetiminde olduğundan bağımsız bir şekilde, farklı sendikaların yetkili olduğu birçok belediyede işçiler, TİS masasında anlaşma sağlanamaması üzerine insanca yaşayabilecekleri ücretleri ve hakları elde etmek için grev kararı aldılar. Bu süreçte İstanbul’da Kartal, Ataşehir, Maltepe ve Kadıköy; İzmir’de Buca başta olmak üzere işçiler greve çıktıktan sonra, gece yarısı belediye ve sendika yönetimleri arasında imzalanan sözleşmelerle grevler boşa düşürüldü, işçiler yoksulluk sınırının altında kalan ücretlere mahkûm edildi.


Kılavuz, son yıllarda işçiler arasında sendikalardan bağımsız bir birlik oluşturmaya çalışan ve kasım ayında yaşadığımız süreci de doğrudan belediye işçilerinden oluşan bir özne olarak takip eden Taşeron Belediye İşçileri Birliği’nden (TABİB) Kadim Fırat’la görüştü. Kadim, TABİB’in kurucularından olmasının yanı sıra, Kadıköy Belediyesi’nde çalışan bir işçi.


TABİB, 2021 yılında sendikaları da işçinin hakkını daha güçlü bir şekilde savunmaya zorlayacak bir örgütlenmeyi, işçilerin arasında oluşturmayı hedefliyor. Ayrıca, belediye işçilerini ilgilendiren kararların katılımcı bir biçimde alınmasını sağlayacak mekanizmaları inşa etmeye çalışıyor; hangi belediyede çalışıyor ve hangi sendika üyesi olursa olsun, işçilerin, çıkarlarını böyle bir örgütlenmeyle daha güçlü bir şekilde savunabileceklerini savunuyor.


“İşçi, ekmeğinin küçüldüğünü hissediyor”

Öncelikle, belediyelerde greve giden süreci, grev kararı alınan bu süreçte sendikaların gerek belediye yönetimleriyle gerek işçilerle nasıl bir ilişki kurduğunu konuşuyoruz. Bu sürece dair Kadim, sendikaların normalde greve gitmek istemediğini, hatta çeşitli örneklerde doğrudan grevin engellenmesinin tembihlendiğini söylüyor. Bu durumda, grev kararının işçi baskısı olmadan alınamayacağını, yoksulluğun ve eşitsizliğin bu kadar arttığı bir dönemde belediye işçilerinden gelen bu baskının, sendikaları da grev kararı almaya zorladığını belirtiyor.


“TİS iki yılda bir yapılıyor, iki yıl boyunca işçinin evine girecek ekmeği belirliyor. Yoksulluğun böylesine arttığı bir dönemde bu sözleşmeler önemliydi. İşçi, ekmeğinin küçüldüğünü hissediyor ve buna göre tavır alıyor” diyen Kadim, ilk etapta gerek DİSK’e bağlı Genel İş’in gerek HAK-İŞ’e bağlı Hizmet-İş’in ve TÜRK-İŞ’e bağlı Belediye İş’in belediye yönetimleriyle işbirliği yaptığını sözlerine ekledi.


Belediye yönetimleri, birlikte hareket ettikleri, patron örgütü işlevi gören örgütlere sahip. AKP’li belediyeler Mahalli İdareler Kamu İşveren Sendikası (MİKSEN), CHP’li olanlar ise Sosyal Demokrat Kamu İşverenler Sendikası (SODEMSEN) aracılığıyla birleşip onların gönüllerinde yatan TİS’i işçiye dayattı, işçiler ise bu teklifteki şartları kabul etmeyip tepki gösterdi. Kendi iradelerini yok sayan, belediye başkanları, onların bağlı oldukları partiler ve patron örgütleri tarafından belirlenen şartlara karşı ise belediye işçilerinden gelen baskıyla birlikte grev kararları asıldı.


“Sendika, belediye yönetimlerinin kara propagandasına karşı mücadele etmiyor”

Böylesi bir işbirliği söz konusuyken sendikanın işçilerle olan ilişkisini nasıl devam ettirebildiğini sorduğumuzda Kadim, sendika yetkililerinin genelde hakkını sendikaya karşı da savunan işçilere karşı propaganda yaptığını söylüyor. Sendika yetkilileri, işçilerin hakkını net biçimde savunamıyor. Eksik yatan ücretler, uygulanmayan TİS maddeleri ve ücret artışları konusunda etkili değiller. Bu noktalarda işverene geniş bir alan tanınıyor. Burada da belediye yönetimleriyle işbirliği söz konusu. Örneğin; Bornova Belediye Başkanı, “48 bin lira maaş teklifini beğenmiyorlar” diye kamuoyuna manipülatif bilgi geçtiğinde sendika yetkilileri, bunun karşısında bir mücadeleyi örmüyor. “Sendika, belediye yönetimlerinin kara propagandasının önüne geçmiyor, bununla mücadele etmiyor” diyen Kadim, mücadelenin TABİB gibi örgütlenmelere kaldığını, ancak bunların da yine sendika genel merkezleri tarafından “zararlı cemiyetler” olarak görüldüklerini aktarıyor.


“İşçiler olaya politik olarak belediyeyi yöneten partiden bağımsız bakıyor”

“Sendikal bürokrasi” olarak da tabir edilen bu yapıyı kırmanın, sendikalar içinde de sendikal alanın dışında da işçi sınıfının mücadelesini ilerletmesi açısından gerekliliğini ifade eden Kadim, “TABİB ve benzeri diğer inisiyatifler, bu yapının kırılması için öncelikle bunları işçilerin arasında ifşa ediyor”, diyor. Bu, işçinin örgütlenmesi adına bir adım. İşçiler, kendilerine karşı kurulmuş olan bu düzenin zaten farkında, onların kendilerini örgütlü biçimde ifade edebilecekleri kanallar açıldığında “öfke, mücadeleye tahvil edilecek.” Bu sayede TABİB, son yıllarda belirli ölçekte bir ağ oluşturdu.


Belediye işçilerinin eylemleri söz konusu olduğunda, hele ki muhalif bir partinin belediyesinde grev oluyorsa, işçiler “bozguncu” olmakla suçlanıyor. Bu grev sürecinde böyle bir şeyin yaşanıp yaşanmadığını, yaşandıysa da işçiye etkisi olup olmadığını konuşuyoruz. Kadim, “Özellikle TİS'ler söz konusu olduğunda işçiler, olaya politik olarak belediyeyi yöneten partiden bağımsız bakıyor” diyor, “iktidar ya da muhalefet ayırt etmeksizin mücadele ediyor” diye de ekliyor. 2023 yılında AKP belediyelerinde de ek protokol için yaygın eylemlerin olduğunu, 2024’te AKP belediyelerinde grev oylamasında belediye başkanlarının bütün baskılarına rağmen, işçilerin işten atılmayı göze alarak “Evet” dediğini, dolayısıyla muhalif partilerin -özellikle de CHP’nin- yönettiği belediyelerde gerçekleşen eylemlere bir iktidar operasyonu olarak yaklaşmanın yanlış olacağını belirtiyor. Bu bağlamda, işçilerin büyük bir bölümü meseleye geçim üzerinden yaklaşıyor. Kadim, “Açlık sınırının biraz üzerinde kazanan işçilerin isyanı gayet doğal” diyor.


“Yaygın örgütlenmenin sağlanamadığı durumda OVP’ye de karşı çıkılamaz”

TİS hakkı olan işçiler, bugünkü örneğimizde belediye işçileri, özellikle sözleşme dönemlerinde grevlere çıkabiliyor, daha hareketli olabiliyor. Bu hareketliliğin süreklileşmesi ve başka sektörlerdeki işçilerle de birleşebilmesi için ne yapılabileceğine dair konuşarak sohbetimize devam ediyoruz.


Kadim, şu anda büyük bir hareketlilik söz konusu olmasa da son yıllarda bir kıpırdanma, farklı bir arayış olduğunu dile getiriyor. Aslında, 2022’den itibaren, yoksullaşmaya paralel olarak, yükselişe geçen işçi direnişleri, büyük bir baskıya maruz kaldı. Bu baskıya karşı koyulabilseydi, bunlar büyüyebilirdi.


Tekil direnişlerde işçilerin deneyim kazandığını belirten Kadim, “Buradaki hareketlerden öncülük yeteneği gösteren işçiler ortaya çıkıyor. Bu öncüler birbirini bulmalı, farklı sektörlerden gelen öncülerin bir araya gelmesi, hem çeşitli sektörlerdeki deneyimi ortaklaştırır hem de sendikaları hareketlendirir”, diyor. Bunun illa ki bir programatik birlik anlamına gelmediğini, bu bağlamda ortaklaşmanın önceden belirlenmiş bir araca indirgenmemesi gerektiğini vurguluyor. Amaç, yaygın bir işçi örgütlenmesinin sağlanması. “Yaygın örgütlenmenin sağlanamadığı durumda OVP’ye de karşı çıkılamaz” ifadelerini kullanan Kadim, işçilerin sendikalara güven duymadığını belirtiyor. TABİB’in işçilerde bir karşılık bulabilmesini, bu güvensizliğin de bir çıktısı olarak görmek gerektiğini ifade ediyor çünkü böyle bir ortamda işçiler, kendi inisiyatiflerini örgütlemeye ihtiyaç duyuyor.


Bu bakış, sendikaları tümüyle reddeden bir yaklaşımı içermiyor. Sendikalarda örgütlü olan yüz binlerce işçi var, bunlar görmezden gelinemez ve örgütlü işçilerin sayısının da artırılması gerekiyor. Dolayısıyla, sendikaları da hareket etmeye zorlayacak bir çözümün geliştirilmesi şart. “İşçi, her satıldığında bir formül arıyor. Buna cevaben, sendikalı işçileri de kapsayan, ancak sendikalardan bağımsız bir iletişim ağının, tabanda bir örgütlenmenin sağlanmasının yollarını bulma ihtiyacı doğuyor.”


Kadim, sözlerinde aynı zamanda sosyalistlerin sendikalarla kurduğu ya da kurmaya çalıştığı ilişkiye de değiniyor. Sendika yönetimlerinden bağımsız hareket edebilen, sendika içinde işçi denetimini sağlayarak onları “sıkıştıracak”, denetleyecek bir örgütlenme sağlanamadığında, sosyalistlerin sendika yönetimlerinde söz sahibi olması da bir anlam ifade etmiyor. “Çünkü sendikaların mevcut yapısı, kişilerin niyetlerinden bağımsız bir biçimde, şahit olduğumuz çarpıklıkları üretiyor. Bu yüzden çözüm, basitçe sosyalistlerin sendika yönetimlerini ele geçirmeleri olamaz.” İşçi sınıfının hak mücadelelerini tek bir araca, sendikalara sıkıştırmadan farklı alternatifleri de geliştirmenin ihtiyaç olduğunu da ekliyor.


“Kimseden medet ummadan, fiilen kullanılabilen yasal hakları ilerletmek de sınıfın militan mücadelesine dayanıyor”

Bu tartışmayı yaparken, aslında sendikalara yüklenen misyonla alakalı konuşma ihtiyacı da hissediyoruz. Sendikaların örgütlenmesi, işçi sınıfı mücadelesinin ilerlemesi adına odaklanılması gereken tek amaç mı, sendikalara nasıl bakmak daha doğru olur? Aslında, işbirlikçi pratikleri ifşa ederken, aynı zamanda sendikaların patronla işçi arasında bir yerde durduklarını ve günümüzde mevcut sendikal pratiklerin reformist bir yapıda olduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu bakışı açan Kadim, görüşünü şöyle ifade ediyor, “Sendikalara biçilen misyon da biraz absürt. Eskiden de sendikalar üzerinde baskı vardı, ama işçi sınıfının genel örgütlülüğüyle bu sendikalar, daha sınıftan yana bir tavır alabiliyorlardı. Neoliberalizm, işçi sınıfını parçaladı. Parçalanmaya karşı işçi sınıfının birliğini sağlayacak bir mücadele yürütmeden olmaz.”


Dolayısıyla, burada sınıfın nasıl yeniden ayağa kalkacağını tartışmak gerekiyor. Var olan yasal hakların dahi bir kısmının kullanılamaz hâle geldiği bir durumdayız. Sendikaların, son tahlilde sınırları belirli yasalarla hareket ettiğini ifade ediyor Kadim. Geçmişte bu yasal sınırların sınıfın radikal eylemleriyle genişletildiğini ve devlete de sendika yönetimlerine de “ayar verildiğini” hatırlatarak, “Kimseden medet ummadan, fiilen kullanılabilen yasal hakları ilerletmek de sınıfın militan mücadelesine dayanıyor” diye sözlerine devam ediyor.


Belediye işçilerini kapsayan iş kolu olan “Genel İşler”de yasal grev hakkının fiilen kullanılamaz hâle getirildiğini görüyoruz. Kadim, işçilerin elinden fiilen alınan grev hakkını kazanmak için son yaşanan süreçten ders alınması gerektiğini belirtiyor. Bu dersten yola çıkarak, “Bu yüzden fiili grev olmalı”, diyor. Sözlerinin devamında, sendikanın da burada ancak iş yerinde işçileri bir araya getiren, onları birbiriyle buluşturan bir araç olarak anlamlı olduğunu belirtiyor ve işçinin sendika bürokratlarının pazarlıklarına sıkıştığı bir durumda, sadece mevcut sendikaları destekleyerek hakların genişleyeceğini beklemenin faydasız olduğunu ekliyor. Siyasetin, konfor alanının denetimi altında bulunan bir sendikadan işçiler lehine bir şey beklenemeyeceğini ifade ediyor. Bu yüzden işçiler mutlaka aktif olmalı.


“İnsanlar birlik, dayanışma, sınıf kardeşliği gibi değerleri kendi deneyiminden öğreniyor”

Büyük ölçüde ekonomik talepler etrafında şekillenen gündelik mücadeleyi daha ileriye taşıyacak, sınıfın parçalı yapısının bütünleşmesinde ve güçlenmesinde de rol oynayacak bir politik örgütlenmenin günümüzde olanakları da söyleşimizin bir konusu oluyor. Kadim, bu konuda, sınıfın gündelik mücadeleler içinde gelişen tepkisinin, gerçekliği değiştirmekte tek başına yetersiz olduğunu ifade ediyor ve işçilerin kazanabilmesi için toplumsal teorilerin de işin içine girmesi gerektiğini söylüyor. Bu ise aydınların, siyasi partilerin, gençlerin, kadınların vb. toplumsal kesimlerin verdikleri mücadelelerin, sınıfın hak mücadeleleriyle bir arada yürümesiyle ete kemiğe bürünüyor, işçi sınıfının gelişimi de böyle mümkün oluyor. “İnsanlar birlik, dayanışma, sınıf kardeşliği gibi değerleri kendi deneyiminden öğreniyor” ifadelerini kullanan Kadim, işçinin kendi deneyimine ek olarak başka katmanların da ortaya çıkması gerektiğini savunuyor.


Bunun yanında, sosyalist partilerin de sınıf dışı yapılar olmadığını belirten Kadim, “Sosyalistler sınıfa dışarıdan müdahale etmez. Sınıf hareketini, onun içinde yer alarak yükseltmeliler”, diyor. Bu bağlamda, sosyalist örgütlerin, sınıfa politik dayatmalarda bulunan değil, onun eyleminden öğrenen ve kurulan bu ilişkiyle onu geliştirecek bir öncülüğü sağlayabileceğini de sözlerine ekliyor. “Sınıfın kudreti olmadan siyasi bir örgütlenme yaşayamaz, sınıf da tekil deneyimlerini ‘parti’de birleştirir ve geçmişten bugüne birikmiş deneyimini ‘parti’den öğrenir” sözleriyle aradaki ilişkinin karşılıklı olduğunu da belirtiyor.


Günümüzde temsili demokrasilerde bir krizden bahsediliyor. Halk kitleleri ise bir değişim istiyor ve soldan da, maalesef sağdan da olsa statüko dışında konum alan partilere destek sunuyor. Bu durumda, Kadim’in sözleriyle, “eski mekanizmalar çalışmıyor” ve “küçük, büyük demeden ciddi bir emekçi direniş hattı oluşturmak gerekiyor” çünkü iktisadî krizlerle birleşen bu temsil krizi, aynı zamanda sınıfa karşı saldırının yoğunlaşması anlamına geliyor. Günümüzde, tıpkı İkinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, insanca yaşam ile barbarlık arasında bir mücadelenin sürdüğünü ifade eden Kadim, “Barbarlığa karşı politik bir çizgi çizmek gerekiyor” ifadelerini de sözlerine ekliyor.

“Sağ kökenden gelen işçiyle sınıf ekseninde mücadele içinde ulaşılabiliyor.”

Belediye işçilerinin kasım ayı boyunca gelgitli ve parçalı biçimde süren grev sürecini konuşarak başladığımız söyleşide, geçtiğimiz bir ayda iradesi bizzat sendika yetkilileri tarafından çiğnenen belediye işçilerinin mücadelesinden çıkan dersleri; buradan yola çıkarak günümüzde sınıfın parçalı ve sendika yöneticilerinin dayatmalarına mahkûm yapısının nasıl değişebileceğini konuştuk. Söyleşimizi bitirirken, kimi belediyede iki, kimi belediyede ise üç yılda bir yapılan TİS ile işçilerin bu süre zarfı boyunca mahkûm edildikleri sefalet koşullarına karşı nasıl bir tepki bekleyebileceğimizi konuştuk.


Kadim’e göre, son grev süreçleri önümüzdeki yıllardaki mücadeleyi etkileyecek. Bu dönemde alınması gereken en önemli ders, grevlerin yaygın bir şekilde yapılması ve sendika yetkililerinin dayatmalarından bağımsızlaşan fiili grev uygulamalarının ön plana çıkması gerektiği. Farklı belediyelerde aynı sendikaya bağlı çalışan işçiler, farklı tarihlerde greve çıktı. Bunun yerine, örneğin, İstanbul’da Kartal işçilerinin iradesine karşı sözleşme imzalandığında, diğer yerlerde de Kartal temizlik işçilerinin yaptığı gibi fiili greve çıkmak gerekiyordu. Bu yapılabilseydi hem TİS'ler “ucuza kapatılmaz” hem de hareket gelişir ve işçiler daha moralli olurdu. “Kartal’dan ders alarak Kadıköy işçilerinin fiili greve çıkması yönündeki önerimizi güncelledik. 19 Kasım’dan önce fiili greve çıkılması gerektiğini, aksi takdirde Kartal’daki gibi greve bile müsaade edilmeden sözleşme imzalanacağını söylemiştik. Bu kabul görmedi, hazırlık yapılmadı, ancak öngörümüz acı bir şekilde doğrulandı”, diyen Kadim, işçilerin arasında sendikayı denetleme gücü olan bir örgütlenmeyle bu mücadelenin yükseltilebileceğini tekrarlıyor.


TABİB’i ilk kurdukları dönemden itibaren farklı illerde birçok işçiyle bir araya geldiklerini belirten Kadim, “Bu işçilerle bir araya geldiğimizde gördük ki insanların çok fazla sorunu var ancak işçilerin farklı sorunları ortaklaşabiliyor. Sağ kökenden gelen işçiyle sınıf ekseninde mücadele içinde ortaklık kurulabiliyor” diyor. Geçmişte taşeron işçilerle, kamu işçileriyle  bir araya geldiklerini, eylemler yaptıklarını, ancak bu birliğin fazlaca ilerletilemediğini ifade eden Kadim, yine de bu tip örneklerin geliştirilebileceğini savunuyor, bir arada mücadele perspektifine sahip olduklarını vurguluyor. Cepheyi metal, maden, kurye gibi farklı alanlarda çalışan işçilerle genişletmek gerektiğini söylüyor.


Söyleşiyi bitirirken Kadim’e, ayırdığı vakit için teşekkür ediyoruz. Pek çok başlıkta konuştuğumuz bu söyleşi, belediye işçilerinin deneyiminden süzülerek işçi sınıfının tümüne ve devrimci bir işçi sınıfı örgütü ortaya çıkarma iddiasındaki sosyalistlere hitap ediyor. Bu kapsamlı söyleşiyi, gerçekleşmesi için tüm gücümüzü seferber etmemiz gereken bir cümleyle bitiriyoruz:


“Mücadele, sektörlerde öncü işçiler ortaya çıkmadan ilerlemeyecek.”

bottom of page