İki bölümden oluşacak bu yazı dizisinde proleter devrimler çağının başlarında ortaya çıkan Kemalizm’i burjuva devrimci ve karşı devrimci niteliği açısından değerlendireceğiz. Kemalizm’in günceli etkileyen kurucu reflekslerini ve siyasal pratikle ilişkisini sınıfsal-ideolojik kodları üzerinden ele alacağız. Bugün, ülkedeki siyaseti okuma, anlama sürecinde Kemalizm’in tarihsel eleştirisinin yapılmasının, birçok pratik hamlede siyasi berraklaşma sağlayacağı, ittifak meselelerinin ise daha sağlıklı bir biçimde ele alınmasına yol açacağı açıktır. Bu bağlamda, özellikle CHP özelinde cisimleşen tartışmanın sosyalist sol siyasete ne şekilde etki ettiği, tartışmanın başlıklarından biridir.
Az sonra okuyacağınız birinci bölümde Kemalizm’in tarihsel-ideolojik arka planını, temsil ettiği sınıfları, emperyalizmle ilişkilerini, anti-komünist niteliğini ve milliyetler sorununa yaklaşımını açıklamaya çalışacağız.
İkinci yazımızda ise asıl olarak Komintern’in Kemalizm değerlendirmelerini işleyeceğiz ve kısaca Kemalizm-faşizm ilişkisine dair yorumları tartışacağız. Sonunda ise Kemalizm’in tarihselliği ile güncelliği arasında özet bir kritik yapacağız.
Proleter devrimler çağında burjuva devrimlerinin niteliği
“En demokratik burjuva cumhuriyetinde bile halkın payına köle olmak düşer.” - V.I. Lenin
Marksizm açısından devrim; eskimiş siyasal yapıyı kırmak ve yıkmaktır. Bu üst yapı ile yeni üretim ilişkileri arasındaki çelişki, belirli bir anda üstyapının yıkılmasına yol açmaktadır.(1)
Yukarıdaki tanıma bağlı kalarak, genel bir burjuva devrimi tanımı yapacak olursak; burjuva devrimi, burjuva sınıfı tarafından monarşinin ya da sultanlığın ve ona ait devlet aygıtının yıkıldığı, feodal iktisadi ve siyasal ilişkilerin ortadan kaldırıldığı, ulusal pazar ve sınırlar içerisinde ulusal kimlik inşa ettiği, ulusu oluşturan toplumsal sınıfları burjuva yasallaşma düzleminde “eşitlediği/özgürleştirdiği” bir siyasal eylemdir. Kemalizm’i, ortaya çıkışı ve gelişimi açısından, burjuva devriminin genel kalıpları içerisinde değerlendirmek, onun devrimci ve karşı devrimci niteliğini ortaya sermek açısından belirleyici olacaktır.
Burjuva devrimi, tanım gereği burjuvazinin siyasi ve pratik önderliğini yaptığı devrimlerdir. Temelleri 1640’lı yıllarda İngiltere’de atılmıştır. İlerleyen aşamada, İngiltere'de burjuvazinin iktidarının ilerlemesi, demir ve kömürün asıl enerji ve hammadde kaynağı olduğu bir makineleşme sürecinin siyasal çıktısı olmuştur. Burjuva devrimler çağı, burjuva devrimlerinin Avrupa’nın birçok bölgesine yayıldığı; üretim araçlarını, üretim ilişkilerini ve buna bağlı olarak toplumsal düzeni etkileyen bir tarihsel kesittir.
Devrime liderlik eden burjuvazinin aristokrasiye karşı verdiği mücadelenin temel olarak siyasi başlıkları milliyetçilik, laiklik, demokrasi gibi kavramlardır. Özü gereği, önceki dönemin üretim ilişkilerini alaşağı eden bu model, iktidarı almasıyla beraber çok hızlı bir şekilde evrilerek, başta uğruna mücadele ettiği “devrimci” ilkeleri işçi sınıfına karşı silah olarak kullanmıştır. Başından bu yana bütün burjuva devrimlerinde, burjuvazinin, sahip olduğu bu ilkeleri halk yığınları ve özellikle işçi sınıfına karşı kullandığı görülmekte, bu olgu süreklilik kazanmaktadır.
Proleter devrimler çağında ortaya çıkan bütün burjuva devrimlerinin ortak özelliği, 18. yüzyılda gerçekleşen burjuva devrimlerinden çok belirgin bir şekilde ayrılarak, hiçbir surette devrimci nitelik taşımamalarıdır. Bunun nedenleri aşağıda açıklanmaktadır. Bu sebeple “çağına göre devrimciydi” tasavvuru, “ne derece” ve “kimin için” sorularıyla birlikte sorulmalıdır. Bu sorular sorulmadan ele alınan bir burjuva devrimleri süreci, “Muhammed de devrimciydi” gibi bir akıl tutulması içeren çıkarımları ve bu absürt çıkarımların sahiplenilmesini de beraberinde getirmektedir. Komünistler için esas mesele, devrime ideolojik-pratik olarak önderlik yapan kitlenin sınıfsal tavrı ve halk kitlelerine yaklaşım sorunudur.
Cumhuriyet'in öncülü olarak İttihat ve Terakki iktidarı
Kemalizm’in ideolojik-siyasal kaynağı; öncelikle 1908 Jön Türk hareketi içinde şekillenen İttihat ve Terakki’ye, ardından ise Türk Ocakları'na dayanır. Öncelikle bu meseleyi açalım.
1908’deki ayaklanmayı kategorik biçimde devrim olarak nitelemek doğru değildir. Çünkü hareketin amacı 1876’da kabul ettirilmiş bir anayasayı geri getirmek ve bu yoldan devleti kurtarmaktı.(2) Özetle I. Meşrutiyetçi Genç Osmanlılarla İttihatçılar arasında temelde bir siyasal yönelim farkı yoktu. Jön Türkler, anayasal monarşiyi savunma çizgisini sürdürüyordu.
Hareketin devrimci yönü, daha sonraları, uygulanan siyasetin sonucu girişilen ıslahat (yasal alanda modernleşme hamleleri, kapitülasyonlara karşı mücadele, toprak reformu çabaları ve azınlık milliyetlerin hakları, basın özgürlüğü) ve ıslahatın yol açtığı toplumsal değişiklikle ortaya çıktı.
Lenin, Devlet ve Devrim isimli eserinde, 1908’in burjuva devrimi olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor, ancak bu devrimin “halk devrimi” olmadığını belirtiyordu. Çünkü Lenin’e göre, bu devrimde, halk kitleleri, halkın büyük çoğunluğu, etkin biçimde, bağımsız olarak, kendi iktisadi ve siyasi talepleriyle ortaya çıkmadı.(3)
Osmanlıcılığın siyasal pratikte işlevsiz olması hareketi kaçınılmaz olarak ulusçuluğa yöneltti. Osmanlı büyük sermayesinin Rum ve Ermeni burjuvazisinin elinde toplanması da İttihatçıların Türk milliyetçisi bir ideolojik hatta girmelerini hızlandırdı. Türk burjuvazisinin ekonomik temelinin zayıflığının yanı sıra, halkın örgütsüz olması da 1908’i padişah ve tekelci kapitalizm karşısında ılımlı bir burjuva devrimi hâline getirdi. İttihatçılar, hareketlerinin ideolojik yönelimi ve sınıfsal aidiyetleri gereği, iktidarın alınmasının hemen ertesinde halk sınıflarına karşı savaş açtılar. İttihatçı iktidar, daha baştan feodal-tekelci burjuva sınıflarla uzlaştı. Bunun sonucu olarak, halk yığınlarının demokratik mücadelesini bastırmaya yöneldi.
Tarihsel TKP’nin liderlerinden Şefik Hüsnü, İttihat ve Terakki'nin iktidara gelişinden sonraki gelişmesini şöyle anlatıyor:
“Partinin kaderine hakim olan hırslı ve tecrübesiz elebaşları, yerli ve yabancı kapitalistlerin kucağına atılmakta gecikmediler. Uluslararası kapitalizm, yeni Türk yöneticilerinin yardım ve himayesini elde etmek için onları işlerine ortak etmenin ve milleti birlikte sömürmenin en emin yol olduğunu görmüştü. İttihat ileri gelenleri, az zamanda mali ve iktisadi çevrelere karıştılar. (...) Bu andan itibaren parti yöneticileri takımı içinden geldiği güçlerden -yani toplamsal durumu orta halli üyeler kitlesinden- ayrılmış oluyorlardı. Artık onlar kendi partilerinin üyelerini ve içinden çıktıkları sınıfı değil, daha Abdülhamit zamanından beri Türkiye’de mevcut kozmopolit unsurlardan oluşan şehirli sermayedar sınıfını temsil ediyor ve o sınıfın çıkarlarını savunuyorlardı.” (Aydınlık, Sayı 22, 1 Haziran 1922)
Tekelci burjuvazinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki; işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri ezen, gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya'daki yayılma siyasetine hizmet etti. Bütün ülkeyi saran grev dalgası karşısında İttihatçı iktidar telaşlandı. 1908’in üzerinden daha bir yıl geçmemişken, Alman emperyalistlerinin baskısıyla Adliye Vekâleti'nde danışmanlık yapan Kont Ostrog'un hazırladığı Tatil-i Eşgal Kanunu’nu çıkarttı. Bu kanunla greve çıkmayı ve sendika kurmayı yasakladı. 1908 Devrimi’yle kazanılan hakları gasp etti.
31 Mart Ayaklanması’nı fırsat bilen hükümet, ilan ettiği sıkıyönetimle bütün halk ve işçi sınıfı üzerindeki baskısını ağırlaştırdı. Patronlar, işçilerin mücadelelerle elde ettikleri hakları yok etmeye çalıştılar. Birçok işçi kuruluşu kapatıldı ve İttihat ve Terakki hükümeti, 1913 yılında devrimci kurumlara ve işçi sendikalarına karşı azgın bir saldırıya geçti. Bunun sonucunda bu kurumların bütün teşkilatları dağıtıldı, ilerici gazeteler kapatıldı, sendikaları yasaklandı.
İttihatçılar, toprak ağaları ve tefecilerle birleşerek geniş köylü kitlelerini de baskı altına aldılar. Gelirleri emperyalist tekellere ayrılmış olan ağır vergilerle köylüleri sömürdüler. Bir yandan toprak ağalarının mülkiyetini sağlamlaştırırken, diğer yandan da iç pazarı emperyalizme daha fazla açmak ve emperyalizmin geniş halk yığınları üzerindeki sömürüsünü artırmak için kanunlar çıkarttılar. Tekelci burjuva-feodal diktatörlük, ulusal azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Bu politikalar sonucunda, 1915’te yüz binlerce Ermeni katledildi, geriye kalanlar da yurtlarından sürüldü; Arap ve Kürt uluslarına çeşitli baskılar uygulandı.
1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız emperyalistlerine dayanan tekelci burjuva-feodal iktidar, 1911'den sonra hızla Alman emperyalistleriyle iş birliğini geliştirdi. Talat, Enver ve Cemal Paşa troykası yönetimindeki tekelci burjuva-feodal İttihat ve Terakki diktatörlüğü, 1915’te Alman emperyalistleriyle birlikte ülkeyi Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na soktu.
Erken Cumhuriyet'in siyasal iktisadı
Buraya kadarki bölümde, Kemalizm’e de ideolojik karakterini veren 1908-1918 arasında gelişen Türk burjuva siyasetinin kurucu reflekslerini ve pratiğini değerlendirdik.
Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği isimli eserinde, “Burjuva devriminde burjuvazinin tutarsızlığı burjuvazinin çıkarınadır” diyor.(4) Kemalistlerin burjuva devrimindeki tutarsızlıkları, Lenin’in bu saptamasının sağlaması niteliğindedir.
Her siyaset, ideolojik bir zeminde can bulur. Egemen ideoloji, egemen olan sınıfların bütün reflekslerinin; kültürünün, iktisadının ve siyasetinin toplamıdır. Kemalizm de tekelci burjuva ve feodal sınıflarla uzlaşan, padişahı deviremeyen, feodal ilişkileri siyasal ve iktisadi anlamda tasfiye edemeyen, modernleşme dinamiklerini halktan esirgeyen, işçilerin her türlü örgütlenme girişimini engelleyen ve milliyetler sorununu kanla bastıran bir ideolojik hattın heybesinden çıkarak siyaseten can bulmuştur. İttihatçılar ve Kemalizm arasında siyasal farklılıklar vardır ama ideolojik olarak sapma değil, süreklilik söz konusudur.
Kemalizm, İttihatçılıktan farklı olarak millî kurtuluş savaşına önderlik etti, saltanatı yıkıp burjuva cumhuriyetini kurdu, fiiliyatta Türk-kentli burjuva sınıfları kapsayan aydınlanmacı-modernist yasalar koydu. Ancak Kemalizm’i genel olarak olumlayan tarihçi Feroz Ahmad’a göre bile, Kemalistlerin 1923’te kurdukları rejim, sözcüğün kabul edilmiş hiçbir anlamıyla demokratik değildi.(5)
Bir yönetim sisteminin demokratik niteliğinin olabilmesi için çeşitli alt başlıklara haiz olması gerekmektedir. Bunlar; toprak sorununa demokratik çözüm, adil yargılanma hakkı, işçi sınıfı hareketine yaklaşım, milletler sorununun çözümü gibi belirli alt başlıklarda toplanabilir. Kurulan meclisin toprak ağalarıyla doldurulması, cumhuriyetin kurulmasından itibaren gelişen tüm halk hareketlerinin çok despot bir şekilde kanla bastırılması, komünistlerin ve işçi önderlerinin sürekli tutuklatılması vb. örnekler, cumhuriyet kurulmadan öncesinde de sonrasında da tekrar etmiştir.
Fransız Devrimi’nden bu yana burjuva devrimlerinin en temel karakteristik özelliği, ulusun yasal düzlemde eşitlenmesi ve özgürleşmesidir. Bu yasal eşitlenmenin siyasal-hukuksal pratik karşılığı ise seçme ve seçilme hakkının yanı sıra adil yargılanma hakkıdır. Kemalist iktidar, bu konuda dahi anti-demokratik bir faaliyet yürüttü. Kemalist iktidarın getirdiği iki kademeli seçim sistemi, halk kitlelerinin siyasete katılımının yasal olanaklarını engelledi. Bu engel, Kuzey Kürdistan’da ise sistematik ve sabit bir hâle bürünmüştü. Yani, Kemalist iktidar Kuzey Kürdistan’da kendi koyduğu yasaları dahi uygulamadı.
Kemalistler iktidarı alır almaz, tekelci burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda serbest piyasacı bir ekonomik yönelime girdiler. Kemalistler, İttihatçılardan farklı olarak, bir yandan emperyalizmle kurulan ilişkilerde siyasal pazarlık hakkı ve bütün imtiyazı emperyalistlere kaptırmama refleksi gösteriyordu, diğer yandan ise Sovyetler Birliği’nden gelecek yardımlardan da mahrum kalmak istemiyordu.
Bu bağlamda, Kemalistler, Sovyetler Birliği ile sadece “ulusal” çıkarlar temelinde bir yakınlaşma içine girdi. İlerleyen süreçte ise Türk komprador burjuva sınıfının palazlanmasını sağlamak ve fabrika kurulumu vb. yardımları almak için Sovyetlerle pragmatik bir ilişki kuruldu. Ancak içeride komünistler tutuklanmakta ya da katledilmekte, işçi sınıfı hareketinin engellenmesi için bütün ceberut devlet gücü kullanılmaktaydı.
Bekir Sami’nin millî mücadele sırasında İngiliz ve Fransız emperyalizmine verdiği imtiyazlar, Kemalistler tarafından görevden alınmasına neden olmuştu. Kemalistler, bütün imtiyazların emperyalistlerde olduğu bir ilişkiyi değil, emperyalistlerle pazarlık yapabilecekleri bir ilişki kurmayı tercih ettiler. Bu yaklaşımın bir benzeri de İzmir İktisat Kongresi için değerlendirilebilir. Çünkü İktisat Kongresi de esas olarak emperyalistlere verilecek mutlak imtiyaza karşı tedbirler içeriyordu.
Bu süreçte İngiliz, Fransız, ABD’li ve Alman tekelleri Türkiye pazarındaki ekonomik faaliyetlerini sürdürdüler. Kemalist iktidar, emperyalist tekellerle kurulan ilişkide doğrudan yabancı yatırımlara, ortak girişimlere, yap-işlet-devret düzenlemelerine olanak sağladı. Bu dönemde emperyalist tekeller (Ford, H.A. Brassert, Siemens) fabrikalar ve tesisler kurmaya devam etti.(6)
Emperyalist tekeller, Türkiye pazarındaki hacimlerini genişletirken, Kemalistler diğer yandan Sovyetler Birliği’nden yardımlar aldılar. 1934 yılında Sovyetler Birliği, Kayseri ve Nazilli’ye tekstil fabrikası açılması için sekiz milyon dolar kredi verdi.(7) Görüldüğü üzere, Kemalist iktidar hem emperyalist tekellerle iş birliği yapan hem de Sovyet yardımlarına göz diken bir ekonomik perspektife sahipti.
Bu arada belirtmeden geçmeyelim, Kemalist iktidarın devletçilik politikası tamamen gelişen Türk tekelci burjuvazisinin, tefeci ticaret burjuvazinin çıkarlarına uygundu. 1929 dünya kapitalist buhranı sonrası Kemalist iktidar, burjuva sınıfını güvence altına almak için devlet eliyle tedbirler aldı. Bu safhada da İngiliz ve Alman emperyalizmi Türkiye pazarından pay kapma yarışını sürdürdü. Çarpıcı bir örnek olması açsından; 1938 yılında, Berlin’de yapılan ekonomik görüşmeler sırasında Alman emperyalizmi, Kemalist iktidarla maden cevheri ve yiyecek maddeleri alımında İngiliz emperyalizminden daha geri durumda bırakılmamaları konusunda sözleşti.(8) Bu örnekler daha da çeşitlendirilebilir. Ancak verdiğimiz örnekler, Kemalistlerin siyaseten tekelci burjuva sınıfını temsil ettiğini, tekelci burjuva sınıfın çıkarlarına uygun siyasetler belirlediğini göstermektedir.
Kemalistler 1923’ten sonra değil, CHP’nin öncülü olan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti örgütlenmesi yıllarında da Türk ticaret burjuvazisine ve toprak ağaları sınıfına dayanıyordu. CHP iktidarıyla birlikte Türk ticaret burjuvazisi palazlanarak tekelci burjuvazi konumuna geldi. Kemalist iktidarın temsil ettiği diğer sınıf toprak ağalarıydı. Kemalistler, henüz millî mücadele yıllarında toprak ağası sınıfla uzlaşmıştı. Bu hakikati “sol” -Kemalist yazar Doğan Avcıoğlu ve Kemalizm’i olumlayan tarihçi Feroz Ahmad- da itiraf eder.(9)
Burjuva devrimi, bir bakıma toprak devrimidir. Ancak Kemalist iktidarın iki sınıfsal dayanağından birinin toprak ağalığı olması nedeniyle Kemalizm, burjuva devriminin en temel görevini de yadsıdı. Kemalist iktidar, aşar vergisinin kaldırılmasından sonra toprak ağalarının çıkarlarına dokunan hiçbir girişimde bulunmadı. 1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, toprak reformunu da içeriyordu. Bu kanunun toprak ağalarıyla dolu bir meclisten geçmesinin nedeni İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında yaşanan ekonomik bunalımın yarattığı koşullardı. Kanun, üretimi arttırma ortak motivasyonuyla çıkarıldı. Bu süreçte yalnızca ağalık düzeninin temel çıkarları savunulmadı, feodal sistemin siyasi temsilcisi olan toprak ağaları, Meclis'te siyasi temsiliyet de sağladı.
Ayrıca; kanunun koyduğu birçok maddeyle sınıf mücadelesinin de önleneceği sanılmıştı. Pratik, bu öngörüyü yanlışladığında atılan adımdan geri dönülmüş, kanuna karşı çıkan bir toprak ağası tarım bakanı yapılarak kanun baltalanmış ve toprak reformunu içeren madde de kaldırılmıştı.(10)
Cumhuriyet'in sosyal politikası: Türkleştirme ve antikomünizm
Kemalizm; 1923’te iktidarı ele almasıyla birlikte İttihatçılarla başlayan Türkleştirme siyasetini, tekelci burjuva ve feodal sınıflarla uzlaşmayı ve onların siyasal temsilcisi olmayı sürdürdü.
1909’un Tatil-i Eşgal’i daha şiddetli bir biçimde 1925’te karşımıza Takrir-i Sükûn olarak çıkıyor. Komünizme karşı mücadele daha işgale karşı savaş sürerken, Onbeşler katliamıyla ve Ankara’daki komünist faaliyetin felç edilmesiyle başladı; Takrir-i Sükûn’la birlikte sistemli ve kesintisiz bir devlet terörüne dönüştü.
Tarihsel TKP’ye yönelen Kemalist terör, Takrir-i Sükûn’la sistematikleşirken (siyasi yasaklar ve İstiklal Mahkemeleri, 1927’den 1951’e uzanan tevkifatlar) 1950’li yıllara uzanan süreç içinde de artarak sürdü. Örneğin; 1946’da başlayan çok partili burjuva düzende, her türlü burjuva partisine özgürlük sağlansa da tarihsel TKP’ye özgürlük yoktu.
Şefik Hüsnü önderliğinde, 20 Haziran 1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi kuruldu. Parti, Cemiyetler Kanunu’nun bir maddesinin değiştirilmesinden yararlanarak sendikal örgütlenmeye girişti.(11) Parti ve partiye bağlı sendikal çalışma hızla büyüdü. Ancak partinin kurulmasının üstünden altı ay bile geçmemişken, komünist çalışmanın yasa dışı olması gerekçe gösterilerek devlet tarafından 16 Aralık 1946’da kapatıldı.
Türk tekelci burjuvazisinin ilkel birikim sürecinin siyasal-iktisadı olan Türkleştirme siyaseti, Kemalist iktidarla birlikte daha da kurumsallaştı. 1915’te Ermeni Soykırımı’yla başlayan, ezilen milliyetlere karşı uygulanan terör; 1921’de Koçgiri’yle, 1925’te Şeyh Said İsyanı'yla, 1930’da Ağrı İsyanı’yla ve Zilan Deresi Katliamı’yla, 1938’de Dersim’le, 1934 Trakya pogromuyla, 1942 Varlık Vergisi yağmasıyla, 1955’te 6-7 Eylül pogromuyla sürdü. Günümüzde bu siyaset, ezilen Kürt ulusuna karşı Türk burjuva devletinin bütün olanakları kullanılarak sürmektedir.
İktidarın ilk on yılında, Kemalistlerin Türkleştirme siyaseti çerçevesinde binlerce Kürt yurtlarından edilerek Batı’ya yerleştirildi. Bunun yanında Kemalist burjuvazi, aynı perspektifle bazı Türkleri Kuzey Kürdistan’ın muhtelif bölgelerine yerleştirdi.(12) Kemalist iktidarlarla birlikte kurumsallaşan Türkleştirme siyaseti; Müslüman olmayan milliyetleri yok etme, Müslüman olan milliyetleri zorla asimile etme ve asimilasyona direnen milliyetleri ise ezme eylemlerine dönüştü.
Örneğin günümüzde, AKP-MHP iktidarı eliyle Kuzey Kürdistan’da sürdürülen kayyum siyasetinin ve işgal “hukukunun” kurucusu Kemalist iktidardır. Kemalist iktidar, Ağrı İsyanı sonrasında yeni bir belediyeler kanunu çıkarmış ve Kuzey Kürdistan’da, Hikmet Kıvılcımlı’nın deyişiyle yerel yönetimler lafta kalmıştır.(13) Kuzey Kürdistan'da her şey, Kemalist iktidar tarafından militarist ve terörist yöntemler de kullanılarak en zorbaca şekilde baskıya ve yasaklamalara tabi tutuldu. Kemalist iktidarların yarattığı bu gelenek, bugün de AKP-MHP iktidarıyla sürdürülüyor.
Kemalist diktatörlüğün ezilen Kürt ulusuna yaptığı sistematik baskıyla birlikte, Lozan Antlaşması sırasında Kemalistlerin de desteğiyle ve İngiliz emperyalizminin hamiliğinde, Kürdistan coğrafyası İran, Irak, Suriye ve Türkiye arasında bölündü.(14)
Burjuva devrimlerinin en temel özelliğinin toprak sorununu çözmek olduğundan söz etmiştik. Kemalist iktidarın Batı’da temsil ettiği iki egemen sınıftan birinin toprak ağalığı sınıfı olmasının yanı sıra, Kuzey Kürdistan’da da Kemalistlerin müttefiki toprak ağalarıydı. Kemalist diktatörlük, Kürdistan’ı toprak ağalarıyla kurduğu ilişki üzerinden sömürgeleştiriyordu.
Kemalistlerle toprak ağalarının ilişkileri o denli yoğundu ki, Erzincanlı toprak ağası Mustafa Ağa, Kemalist devlet aygıtının temel direği olan İsmet İnönü’yü oğluna kirve yapmıştı. Hikmet Kıvılcımlı, Kemalistlerin Kuzey Kürdistan siyasetini şöyle özetliyordu:
“Kürdistan’da köylü devriminin elifini bile ağzına alamayan, Şark’a demokratik burjuva devrimini büsbütün yasak eden, buna karşılık Kürt ağalığıyla el ele vererek Kürdistan’ı iktisaden ve siyaseten sömürgeleştiren cumhuriyet burjuvazisi elbette Şark isyanlarındaki mevkiini kendisi herkesten daha iyi bilir. Bu isyanları yapanlar belli olabilir, fakat bu isyanı kışkırtan Kemalizm’dir. Çünkü Kemalizm’in iktidar mevkiinden önce, Kürdistan’da böyle kapsamlı isyanlar yoktu. Ve Kemalist sistemin kuruluşundan onlarca yıl geçtikten sonradır ki, Kürdistan Şark’ın Balkan’ı ve isyan mıntıkası, ateş ülkesi hâline geldi.”(15)
Bu arada belirtmekte fayda var; Kemalizm’in milliyetler soruna yaklaşımının genel olarak gözden kaçırılan en “ilginç” sonucu, 12 Eylül faşist darbesiyle resmî ideoloji hâline gelen Türk-İslamcılıktır. Evet, Türk-İslamcılık Kemalizm’in Türkleştirme siyasetinin öz çocuğudur. Kemalist iktidarların, özellikle Müslüman olmayan azınlık milliyetleri ülke dışına sürmesiyle, geriye çoğunluğu oluşturan Türk-Sünni kitle kalmıştır. Kemalizm, ulus nosyonunu homojenleşmiş ve devletin “öz tebaası” olan, devletle ulusal kimlik ve inanç krizi yaşamayan, Türk-Sünni kitle üzerine inşa etmiştir. Bu nedenle günümüz Türk burjuva devletinin resmî ideolojisi olan Türk-İslamcılık, belirleyici bir biçimde Türkleştirme siyasetinin sonucudur.
Bu anlamda; Kemalizm’in fiiliyatta yalnızca kentli burjuva kesimlere taşımayı seçtiği ve yasayla “güvence” altına aldığı laiklik, yine bizzat Kemalizm’in Türkleştirme siyaseti eliyle fiilen tasfiye edilmiştir.
Solda Kemalizm tartışmaları ve İbrahim Kaypakkaya'nın rolü
Kemalizm’in temsil ettiği sınıflar ve ideolojik tercihleri değerlendirildiğinde; emperyalizme göbekten bağlı Türk tekelci burjuvazisinin ve toprak ağalarının; işçi, köylü kitleler ve azınlık milliyetler üzerinde baskı kurduğu, gerici bir burjuva diktatörlüğü olduğu açıkça görülecektir.
Ulaştığımız Kemalizm tanımı, İbrahim Kaypakkaya’nın yaptığı tanımla oldukça benzerdir.(16) Ancak Kaypakkaya, Kemalist diktatörlüğü sözde demokratik, gerçekte askerî faşist diktatörlük olarak tanımlamıştı. Kaypakkaya’nın bütün yazılarını incelediğimizde özel olarak yapılmış bir faşizm tahliline rastlamıyoruz. Bu nedenle Kemalizm’in faşizm olduğu iddiasının özel olarak değerlendirilmeye ihtiyacı vardır.
Biz bu yazının sınırlarının dışına çıkmamak adına özel bir faşizm tahliline girişmeyeceğiz. Ancak yazının bütünlüklü bir hâle dönüşmesi açısından, ikinci bölümde Komintern ve Sovyetler Birliği’nin Kemalizm tahlillerinden de söz edeceğiz. Çünkü Kaypakkaya’nın devrimci kopuş yaşadığı geleneksel sol çizginin ideolojik referansı, Komintern’in resmî Kemalizm tezleridir.
Her ne kadar sosyo-ekonomik tahlilleri geçersiz ve "Kemalizm faşizmdir" belirlemesi de tartışmaya açık olsa da, Kaypakkaya’nın ideolojik-pratik açıdan egemen sınıfların kurucu ideolojisi olan Kemalizm’i dost olmayan (halk sınıflarını hiçbir şekilde temsil etmeyen), düşman olan (komprador burjuvazi ve toprak ağalarının siyasal temsilcisi) ideolojik-siyasal güç olarak belirlemesi, oldukça değerli ve ufuk açıcıdır. Kaypakkaya’nın özellikle sultanlık/islamcılık-cumhuriyet/laiklik gerilimini komprador burjuva klikler arasında suni bir karşıtlık olarak tanımlayıp, asıl karşıtlığın komprador-feodal sınıflarla işçi sınıfı ve halk sınıfları arasında olduğu belirtmesi, bugünkü mücadelenin ideolojik sağlamlığı açısından da oldukça önemlidir.(17)
Kafa karışıklığına yol açmamak adına belirtelim: Kaypakkaya’nın bu tutumundaki ideolojik sağlamlığın nedeni, gerçek siyasal karşıtlığın egemen sınıflarla ezilen sınıflar arasında olduğunu vurgulamasıdır. Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu Kemalizm belirlemesiyle, Türkiye komünist hareketinde ilk kez Marksist-Leninist anlamda, berrak bir ulusal sorun çözümlemesi yapılmıştır. Kaypakkaya, bu anlamda bir başlangıcı ve ilki temsil ettiği için Kemalizm tahlili yapılırken Kaypakkaya’nın tezleri referans niteliğindedir. Kaypakkaya, Kemalizm belirlemesiyle Türk burjuva siyasetinin bütün fraksiyonlarını hedef alan, proleter devrimciliğin bağımsız bir hatta gelişmesine kanal açan, ideolojik-teorik-eylemci bir çizgiyi yakalamıştır.(18)
Kaypakkaya’nın Kemalizm konusunda devrimci bir kopuş yaşadığı geleneksel sol çizgi, Kemalizm’i millî burjuvazinin sol kanadı olarak görüyordu. Bu görüş, siyasal ve pratik açıdan tarihsel TKP’nin hiçleşmesine, özellikle de Kürt halk kitleleriyle bağ kuramamasına ve hatta sosyal-şoven bir çizgiye savrulmasına yol açmıştır.
Bu nedenle, günümüzde sosyal-şovenizm için referans olarak kullanılan tarihsel TKP’nin Kemalizm tahlilini, yazımızın ikinci bölümünde detaylı olarak değerlendireceğiz.
Bu değerlendirmeyi yapmak hem meselenin tarihsel arka planını açıklamak hem de güncel etkilerini anlamak açısından belirleyici önemdedir.
***
Bu yazıyı tamamlayacak olan ikinci bölümde, Komintern ve Sovyetler Birliği'nin tezleriyle birlikte Türkiye'de sosyalistlerin Kemalizm ve Cumhuriyet'le kurdukları ilişkiyi tartışacağız.
Referanslar
Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Lenin, Ç: Arif Bilgin, Temel yayınları, sy. 105, Ankara, 1977.
İttihat ve Terakki, Feroz Ahmad, Ç: Nuran Yavuz, Kaynak yayınları, sy.33, 7.Basım, İstanbul, 2007.
Devlet ve Devrim, Lenin, Ç: M. Halim Spatar-Celal Üster, Yordam Kitap, sy.57, 4. Basım, İstanbul, 2021.
Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Lenin, Ç: Arif Bilgin, Temel yayınları, sy. 37, Ankara, 1977.
İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad, Ç: Fatmagül Berktay, Kaynak yayınları, sy. 160, 4.Basım, İstanbul, 1999.
Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim yayınları, sy.161, 1.Basım, İstanbul, 2023.
Age, sy.160.
Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, Johannes Glasneck, Ç: Arif Gelen, Onur yayınları, 1.Basım, Ankara.
İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad, Ç: Fatmagül Berktay, Kaynak yayınları, sy. 187, 4.Basım, İstanbul, 1999.
Türk Devrimi ve Sonrası, Taner Timur, İmge kitabevi, sy.227, 8.Basım, Ankara, 2018.
Doktor Şefik Hüsnü Değimer, Rasih Nuri İleri’nin Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 1969 tarihli 7. sayısı.
İhtiyat Kuvvet: Milliyet(Şark), Hikmet Kıvılcımlı, Yol yayınları, sy.75, İstanbul, 1979.
Age, sy.154.
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut yayımcılık, sy.241, İstanbul, 2018.
İhtiyat Kuvvet: Milliyet(Şark), Hikmet Kıvılcımlı, Yol yayınları, sy.148, İstanbul, 1979
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut yayımcılık, sy.405, İstanbul, 2018.
Age, sy.366.
Age, sy. 536