A) Kapitalizmin Güncel Yönelimleri ve Karşı-Devrimci Hamleler
1. Kapitalizm, dünyada ve Türkiye’de yeni bir dönemin içindedir. Bu dönemin önemli göstergelerinden biri, burjuvazinin ekonomik ve siyasal alanlara doğrudan müdahale etmesi ve devlet aygıtını da bütünüyle kendi güncel çıkarlarına göre yeniden şekillendirmesidir. Kapitalizmin neoliberal döneminin özellikle son 20 yılında sınıflar arasındaki uçurum büyümüş, işçi sınıfının kolektif haklarına ve örgütlü emeğe yönelik yasal ve siyasal saldırılar en üst düzeye ulaşmış, burjuva demokrasisi dahi sürdürülemeyecek bir yük olarak görülüp terk edilmiştir. Bölgesel emperyalist savaşlar, kitlesel katliamlar, büyük göç hareketleri artmakta, bununla birlikte yabancı ve göçmen düşmanlığı, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık, doğanın rant uğruna talan edilmesi gibi dünya genelinde görülen saldırılar, sermaye sınıfının sömürü düzenini devam ettirebilmesi için başvurulan temel yöntemler hâline gelmektedir. Kapitalistlerin sınıfsal tahakkümüyle uyumlu olarak insan hakları, parlamenter temsiliyet, demokratik normlar, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, çalışma ve grev hakkı gibi burjuva demokrasisine içkin kazanılmış haklar da önemli ölçüde yok edilmiştir.
2. Kapitalizmin bu evresi, “otoriterleşme”, “yeni faşizm” ve “felaket kapitalizmi” gibi terimlerle tanımlanmaktadır. Bu evre güncel ölçütlerle çözümlenerek sosyalist devrimci bir stratejinin geliştirilmesi gereken bir “yeni dönem” olarak nitelenmelidir.
Bu bağlamda, içinde bulunduğumuz dönemde siyaset kurumuna dair bazı özgün tespitler yapılabilir:
a. Dünyanın farklı bölgelerinde hâkim olan birçok burjuva iktidar modelinde demokrasiden ve anayasallıktan vazgeçildiği, akılcı yöntemlerin değersizleştirildiği, zengin azınlığın çıkarları için çoğunluğun özgürlüklerinin kısıtlandığı bir otoriterleşme döneminden geçilmektedir.
b. Burjuvazinin, siyaset alanını yeniden şekillendirdiği bu süreçte siyaset ve toplum ilişkisi, ideolojik aygıtların ve baskıcı güvenlik yöntemlerinin etkin kullanımıyla geçmişe göre farklılaşmıştır. “Karşı siyaset”in kitleselleşme yetisi, tüm mekanizmaların kontrol altına alınmasıyla sınırlandırılmış ve toplumsal kesimlere yeni bir siyaset modeli dayatılmıştır.
c. Topluma ve politik öznelere dayatılan güncel siyaset modelinin iki temel özelliği vardır: Birincisi; ırkçı, örgütlü emek karşıtı, kadın ve LGBTİ+ düşmanı, komplo teorilerine ve milliyetçiliği büyütme hedefiyle manipülasyona dayanan bir sağcılığın düzen siyaseti sınırları içinde büyütülmesidir. İkincisi ise sosyalist devrimci sınıf siyasetinin temel ilkelerinden koparılıp düzen içi siyasete uyumlu hâle getirilmesidir. Bu sayede sosyalist hareketin gerçek sınıf ilişkilerinin yarattığı karşıtlıktan ziyade kültürel kamplaşmanın bir tarafı hâline getirilmesi ve ehlileştirilmesi amaçlanmaktadır.
3. Egemen sınıflar tarafından neoliberalizmin krizlerini aşmak amacıyla planlı bir şekilde yükseltilerek meşrulaştırılan sağcılık, basitçe ve sadece “sağ popülizm”in seçimlerde oy artırması olarak değerlendirilemez. Ortaya çıkan toplumsal olguda daha dikkat çekici olan, yaşam koşulları kötüleşen yoksul kesimlerin ve yeni genç kuşakların da bireycilik, paranoya ve nefret üreterek dahil olduğu kitlesel şiddet eylemlerinin sıradanlaşmasıdır. Bu faşist yönelim, dünyadaki eşitsizliğin, yoksulluğun ve adaletsizliğin sorumlusu olarak burjuvaziyi ve sistemi değil; cinsiyeti, etnik kimliği veya dinî inancı nedeniyle ayrımcılığa uğrayan kesimleri ve örneğin emekliler, engelliler, sokak hayvanları gibi toplum ve devlet desteğine muhtaç bırakılmış bireyleri/canlıları suçlamaktadır. Aynı zamanda bu gerici toplumsal duruşu örgütleyen faşist siyasal odaklar görünür hâle gelmekte ve güçlenmektedir. Sosyalist hareketin dünya genelinde eşitlik ve adalet arayan toplumsal kesimleri emekçilerin iktidarı perspektifi doğrultusunda birleştirememesi, gerici ve faşist öznelerin yoksul kesimlere “alternatif” gibi sunulmasının koşullarını güçlendirmektedir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, dünya genelinde henüz tam üstünlük kazanamamış ancak geçmişe göre daha fazla örgütlenme ve iktidar olma fırsatı elde etmiş bir faşist büyüme ve yakın geleceğe dönük bir faşizm tehlikesi dikkatle ele alınmalıdır.
4. Burjuvazinin yeni siyaset ve toplum arayışının en önemli unsurlarından biri, “sosyalist devrimciliğin tasfiyesi” çabasıdır. Kapitalizmin başarılı olabilmesi için eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzen isteyen sosyalistlerin eylem gücünün, örgütlenme reflekslerinin, eleştirel aklın, hesap verebilirliğin, kolektivizmin, toplumcu dayanışmanın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Devrimciliğin tasfiyesi, ancak sosyalist iktidar perspektifinin, düzen siyasetinden bağımsız bir işçi sınıfı siyasetinin, eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam hedefine olan inancın ve sosyalist devrimci örgüt kültürünün zayıflatılmasıyla mümkün olabilir.
5. Devrimci iddiaları tasfiye etmeye yönelik hamlelere karşı durulmalıdır. Sosyalist hareket, Türkiye’de ve dünyada devrimci fikir, siyaset ve yaşam anlayışına dönük saldırılara karşı sosyalist değerleri, ilkeleri ve idealleri koruyup geliştirecek bir perspektif oluşturmalı ve bu perspektif özgül koşullarda halkçı bir iktidarın nasıl kurulacağına yanıt veren bir yöntemle tamamlanmalıdır. Diğer bir anlatımla, sosyalist hareketimiz, kapitalizmin ve işçi sınıfının güncel yapısını doğru bir biçimde analiz ederek şabloncu olmayan, bugünün ihtiyaçlarına yanıt veren ve kitlelerin destekleyebileceği bir siyaset ve örgüt anlayışı oluşturmalıdır. Önümüzdeki dönemin anti-kapitalist ve anti-emperyalist mücadelesinin öncelikli konularından biri budur. Türkiye’de sosyalist devrimci siyaset ve örgüt anlayışının, sol siyasal alanda ve toplumsal mücadele içinde karşılık bulma koşulları her geçen gün daha fazla güçlenmektedir. Emperyalist kapitalizmin siyaseti ve toplumu daha gerici bir yapıda yeniden biçimlendirme çabasının boşa düşürülmesinin mutlak koşullarından biri “devrimci” olanın yaşatılması ve ayağa kaldırılmasıdır.
B) Sosyalist Harekette Siyaset Arayışı
6. Sosyalist hareketimizin son 11 yılda temel politik referans kaynaklarından biri olan Gezi Direnişi, siyaset alanında değerlendirmeye uygun olan birçok veriyi ve sol düşünceyi yaygınlaştırma olanaklarını ortaya çıkarmıştır.
Örneğin;
a. toplumsal dinamikler içindeki sistem karşıtı eğilimler,
b. sol-sosyalist siyasetin nüfuz alanı,
c. sosyalizm mücadelesinin kitleselleşme olanakları,
d. kadınların ve LGBTİ+’ların halk hareketlerindeki etkisi,
e. toplumsal dayanışma pratikleri,
f. işçilerin kent merkezlerinde ortaya çıkan direnişlerle bağı,
g. kapitalist iktidarların halk direnişlerine tepkileri,
h. teknolojik olanakların toplumsal eylemlere etkisi gibi birçok başlık yeniden değerlendirilmeye ihtiyaç duymaktadır.
Fakat Gezi Direnişi’nin yarattığı tüm olumlu ve net okunabilir tabloya rağmen sosyalist hareketin Gezi sonrasında örgütlü gücü ve siyasal-ideolojik etkisi tahmin edilenin aksine azalmıştır. Bu durum, Gezi’nin ortaya çıkardığı dönemsel örgütlenme olanaklarının yeterince değerlendirilemediğinin göstergesidir.
7. Öte yandan, Gezi’nin sunduğu veri zenginliği göz ardı edilmeden bugünkü koşullarda gerçekçi bir değerlendirme yapılmalıdır. Geride kalan 11 yıllık siyasi tarihin bütünüyle ve sadece Gezi Direnişi referansıyla açıklanabilir olmadığı görülmelidir. Dünyada ve bölgemizde yaşanan savaşlar, AKP-MHP iktidarının toplumsal alana ideolojik-politik müdahalesi, Kürt ulusal mücadelesinin özgün nitelikleriyle siyasete etkisi, gerici/faşist eğilimlerin güçlenmesi ve sınıf hareketinin zayıflatılması, Suriye’ye emperyalist müdahale, emperyalist hiyerarşide süren belirsizlik, 2016 darbe girişimi, başkanlık sistemine geçiş gibi son 11 yılda yaşanan diğer önemli gelişmeler de dikkate alınmalıdır. Bu olaylar, Türkiye’de özellikle 2017 sonrası siyaset kurumunu ve sosyalist siyasetin hareket alanını da etkilemiş, ayrıca çok sayıda yeni bilgi ve veriyi ortaya çıkarmıştır. Bu ve benzeri önemde olan politik süreçler, AKP-MHP iktidarının politika alanını, toplum-siyaset ilişkisini yeniden düzenleme çabasını ve burjuva demokrasisinin kısıtlandığı faşist bir rejim inşa etme hedefini de açıklayan özelliklere sahiptir.
8. Türkiye’de sosyalist sol, özellikle 2017 başkanlık referandumundan sonraki süreçte Kürt Siyasal Hareketi, sosyal demokrasi ve AKP-MHP bloğu dışındaki İslamcı/faşist hareketlerle birlikte “Erdoğan karşıtlığı” ve “AKP’ye kaybettirme” siyasetine yönelmiş, peş peşe yapılan birçok seçimde “AKP faşizmine karşı mücadele” iddiasını benimsemiştir. Bu siyasetin bir sonucu olarak, AKP parti olarak gerilemiş fakat toplum daha fazla gericiliğe mahkûm edilmiştir. Erdoğan’ın kurucu lider olarak benimsendiği, Erdoğan’sız da ayakta kalabilecek bir rejim inşa edilmiş ve AKP karşıtı muhalefet alanı büyük ölçüde düzen içi siyasi özneler tarafından belirlenmiştir. Bu politik izleğin bugün daha açık görülen diğer bir sonucu, AKP karşıtı kesimlerin devrimcileşeceği beklentisinin aksine, düzen içi siyasi aktörlerle iş birliği yaparak AKP faşizmini geriletme yanılsamasının sosyalist hareket içinde alan bulmasıdır. Bu süreçte sosyalistlerin önemli bir kesimi, burjuva siyasetin manipülatif etkilerine direnememiş ve parlamentarist-reformist bir düzlemde söylem ve pratik üreterek düzen içi muhalefetin ideolojik ve politik alanına sıkışmıştır. Bu sıkışmanın bir yansıması olarak işçi sınıfı örgütlenmesi arka plana itilmiş, birleşik mücadele anlayışından uzaklaşılmış ve hem ideolojik-politik etki hem de örgütsel açıdan küçülme yaşanmıştır.
9. Düzen karşısında verilen ideolojik-politik mücadelede başarısız olmasının sonucunda sosyalist hareketin önemli bir kesimi, düzen içi siyasi aktörlerin ve toplumun geri kesimlerinde açıkça görülen toplumsal çürümenin çekim alanına girmiştir. Bu çürüme sosyalist hareket içinde çeşitli düzeylerde ortaya çıkmıştır. Siyaset yaparken nesnel gerçekliğe uygun olmayan manipülatif söylemler, ulusalcılık ve sosyal demokrasi gibi baskın düzen içi politik dinamiklere öykünme, örgüt yönetirken benmerkezci, eleştiri kabul etmeyen, hesap vermeyen, tasfiyeci bir tarzı benimseme, fikir üretirken Marksizm-Leninizmin çizgilerini aşındırıp kendi nesnelliğini teorize etmeye çalışma gibi eğilimler sosyalist hareket içinde kendisine yer bulmuştur.
10. Önümüzdeki mücadele döneminin en önemli örgütsel-politik görevlerinden biri, ilerici toplumsal dinamiklerle ilişki kurabilen, siyasal süreçlerde kitleselleşme hedefiyle yer alan ve toplumsal cinsiyet eşitliğini ikincil kılmayan bir mücadele yöntemini benimseyerek sosyalist hareketi yeniden inşa sürecine taşımaktır. Marksizm-Leninizmin ışığında sınıf örgütlenmesini ve iktidar perspektifini öncelikli hâle getirerek, farklı toplumsal dinamikleri anti-kapitalist mücadelenin yürütücüsü haline getirerek, diğer sol-sosyalist öznelerle “eşitlikçi bir zeminde birlikte mücadele” anlayışını benimseyerek ve kolektif işleyen, denetlenebilir bir siyasal örgüt modelini hayata geçirerek sosyalist devrimci mücadele yeniden ayağa kaldırılmalıdır.
C) TİP Deneyimi ve Devrimci Sorumluluk
11. Türkiye İşçi Partisi siyasette genel bir tıkanıklık ve gerileme koşullarında kuruluşunu ilan etmiştir. CHP’nin yeni rejimle uzlaşma yolları arayarak muhalif kesimlerin direnme isteğini ve iktidar karşıtı iradesini yansıtamadığı, düzen siyasetinin ve toplumsal politik algının sağcılaştığı, işçi sınıfının siyaset alanında temsil edilmediği bir dönemde TİP, 2018 yılında Kürt Siyasal Hareketiyle başarılı bir ittifak yapmış ve Meclis’te siyaset yapma olanağı kazanmıştır. TİP’in seçim hamlesi, düzen muhalefetinin söylemlerine karşı sosyalist siyaseti öne çıkarması ve Meclis’teki muhalefeti ile yarattığı politik etki, partinin kendini topluma anlatma olanaklarını güçlendirmiştir. Bu adımlar, Türkiye sol tarihinde örneğine az rastlanır biçimde üye ve taraftar artışına da yol açmıştır.
12. Ancak, bu olumlu ve etkili başlangıca rağmen, bugün açıkça görülmektedir ki TİP, 2018 seçimlerinden günümüze kadar biriktirdiği siyasal gücü ve kazandığı üye toplamını koruyamamıştır. Parti önderliğini üstlenen kadrolar, partinin elde ettiği politik avantajı istismar ederek işçi sınıfı ve yoksul kesimler arasında kalıcı ve devrimci örgütlenmeler kurmak için adım atmak yerine seçimleri ve parlamenter siyaseti öncelikli hâle getirmiş, TİP’in politik söylem ve eylemini düzen içi reformist siyaset pratiklerine başvurarak yeniden kurmayı tercih etmişlerdir. Bu yönelime karşı olarak, kitleselleşme ve büyüme hamlesinin niteliği, temas edilen kitlelerin ve kazanılan üyelerin hangi araçlar kullanılarak siyasallaşacağı, ihtiyaç duyulan örgütsel dönüşümün nasıl gerçekleşeceği gibi tartışmalar, suni bir şekilde “içe kapanma/dışa açılma” ikilemi öne sürülerek engellenmiştir. Dolayısıyla eksikler ve yanlışlar basit hatalar olarak değil, parti önderliğinin bilinçli tercihlerinin sonuçları olarak ortaya çıkmıştır.
13. Parti üyelerinin ciddi emeğiyle elde edilen kazanımlar, siyasal-teorik üretimin ve ideolojik mücadelenin ihmal edildiği, kolektif politik aklın üretilip yaygınlaştırılmadığı, örgüt içi işleyişin katılımcı biçimde uygulanmadığı, özetle partinin politik-örgütsel önderliğinin güçlendirilemediği koşullarda yine çok kısa sürede kaybedilmiştir. Aynı süreçte, örgütsel ve siyasal sorunlara karşı yapıcı eleştirel tutum takınan parti üye ve yöneticileri, parti merkezinde üstün bir statüko oluşturan yöneticiler tarafından tasfiye edilmeye çalışılmıştır. “Hizip”, “dar örgütçülük”, “partiyi anlamamak” gibi çeşitli yaftalar kullanılarak bir baskı ortamı yaratılmış ve tüm parti üyeleri için tartışma süreçlerinin önü tıkanarak eleştiri-özeleştiri mekanizmaları da büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. İdeolojik/siyasal üretimin kolektif olmasına ve sürekliliğini sağlamaya dönük çabaların engellenmesinin yanı sıra bu faaliyetlerin dar bir alana sıkıştırılması, kimi yöneticilerin ve üyelerin “parti elitleri”ne dönüşmesine de yol açmıştır.
14. Başarısız olduğu birçok örnekte kanıtlanmış olmasına rağmen partinin tartışılamaz sahipleri gibi hareket eden yöneticilerin TİP’e dayattıkları anlayış, sadece birkaç kişinin herhangi bir öneriyi, uyarıyı, eleştiriyi dikkate almadan partinin tümünü belirleyen kararları verdiği bir örgütsel statüko yaratmıştır. Bu statükoyu koruyan yöneticiler, belirlenmiş isim listelerini delegelerin önüne koyarak partinin yetkili kurullarını seçtiren, parti merkezine gönderilen yüzlerce örgütsel-politik raporu adeta bir kara deliğe hapseden, parti yöneticileri hakkındaki eleştirileri ve raporları örgüt komiteleri ve disiplin kurulları marifetiyle kapatan, parti tüzüğünü “parti çok büyüdü” gibi çeşitli bahanelerle işlevsiz kılarak kararların ve yöneticilerin denetlenemediği bir zemin oluşturan, üyelerin fikirlerini partinin tümüne ulaştırmasını sağlayacak kanalları tıkayarak siyasi tartışmaları tekil üyelerle üst kurullar arasına sıkıştıran bir yöntemi tekrar etmektedirler.
15. Sosyalist devrimci partide önderliğin içe dönük temel görevi, teorik ve siyasal üretim ile eylem süreçlerini kolektifleştirip demokratik merkeziyetçilik ilkesine dayanarak parti içi faaliyetleri politikleştirmek ve sosyalist mücadeleye katılan bireylerin toplumsal hareketler içinde özgül bir örgütlenme perspektifiyle varlık göstererek öncülük etmelerinin yollarını inşa etmektir. Sosyalist devrimci mücadelede insanların “komünist kadro” niteliği kazanmasını sağlayacak bu adımlar, parti yönetimi tarafından “kitlesel parti öyle olmaz” bahaneleriyle bilinçli olarak hayata geçirilmemiştir. TİP’in sayısal büyümesinin kadro sorununu çözeceği tezi ileri sürülmüş, “önce büyüyelim sonra kadrolaşırız” anlayışı kadro-kitle diyalektiğinden uzaklaşılmasına ve kitleselleşen parti içinde kadro yetiştirme hedefinin ikincil hâle gelmesine yol açmıştır. Bu tercih, TİP’e üyelik başvurusu yapan binlerce kişinin sosyalist dünya görüşü ve devrimci örgüt kültürü edinmesini engellemiş; kariyerist eğilimler, bireysel performanslar, küçük burjuva elitizmi ve sağ siyasal sapmalar parti içinde vücut bulmuştur. TİP’e katılan genç üyeler partinin ve sosyalist mücadelenin geleceğine öncülük yapacak Marksist-Leninist devrimci kadrolar haline getirilememiş, partinin günlük işleriyle tüm enerjisi tüketilen üyelere dönüşmüştür. Bununla birlikte, üyelerin partiye aidiyet ve sorumluluk duygusu azalmış, yoldaşlık ilişkileri ve parti içi seçim süreçleri güvenilmez hâle gelmiş ve parti, kuralsızlık silsilesine mahkûm edilerek çok sayıda devrimci kadro partinin dışına düşürülmüştür.
16. Partinin örgütsel ve politik yapısında yaşanan bozulma, TİP üyelerinin iç ilişkilerini ve partiyle olan bağını etkilediği gibi Kürt siyasal hareketi ve TİP’in Kürt üyeleriyle ilişkisini de doğrudan etkilemiştir. Farklı ideolojik koşullanmaları ve örgütsel tecrübeleriyle TİP’e katılan veya TİP seçmeni sayılabilecek birçok kişi, büyük ölçüde “Atatürkçü” ve/veya “Cumhuriyetçi” olarak tanımlanabilecek bir sosyokültürel ve politik çevreden gelmiştir. Politik motivasyonunu çoğunlukla AKP karşıtlığından alan bu üyeler, ideolojik ve siyasal başlıklarda tutarlı bir sınıf, demokrasi ve toplumsal cinsiyet perspektifine sahip olmadan partiye katılmışlardır ve bu siyasetin doğasına uygun bir durum olarak kabul edilebilir. Parti merkezi, bu üyeleri sosyalist ideoloji ve devrimci örgüt kültüründe birleştirmeyi öncelik hâline getirmemiş, bu amaca uygun bir irade oluşmasını desteklememiş, yüzünü TİP’e dönen insanların ortalama bilincine hitap etmekle yetinmiştir. Bu tercihin bir sonucu olarak binlerce insanın ilk üye olurken taşıdığı dinamizmi de tüketmiştir. TİP programına, örgütsel kültürüne, siyasal söylemine yabancı olan üyeler, partinin sosyalist ideolojisinin ve politik hattının takipçisi hâline getirilememiş ve parti, birçok örnekte sosyalist ideolojiye ve kültüre dışsal sayılabilecek politik nesnelliğin etkisi altında kalmıştır. İdeolojik ve örgütsel bilinç kazandırılamayan üyeler, örgüt içi işleyişte diğer üyelerle de ciddi örgütsel sorunlar ve politik ayrışmalar yaşadıkları gibi anlık kararlarla ve basit işlemlerle parti üyeliklerini sonlandırabilmişlerdir.
17. Kısa sürede partiye üye olan çok sayıda kişinin hâlihazırda sahip oldukları politik bilinç düzeyi, sapmalara karşı mücadele edebilecek bir örgütsel konsolidasyonun ve ideolojik netliğin sağlanamadığı koşullarda partinin belirleyeni hâline gelmiştir. Bu durumda ortaya çıkan temel sorun, kısa sürede beklenmedik ölçüde genişleyen üye tabanının doğal olarak partinin içine de taşıdığı ideolojik motifler değil, partinin merkezi siyasi aklının sağcılaşması olarak görülmelidir. Sağcılaşmanın sebebi, örgütlenme ve politik seslenme yollarının kolaycı bir yöntemle ele alınması ve AKP karşıtlığı üzerinden bu kitlenin partiye kısa sürede çok daha hızlı bir şekilde hacim kazandıracağının görülmesidir. Türkiye’de devrimci mücadele, henüz egemen ideolojilerin belirlenimi altında olsalar da ilerici mücadelelerin parçası olan kesimlerin kazanılmasını da mutlaka gerektirir. Bununla birlikte, toplumun geniş bir kesiminin kendini özdeşleştirdiği değerlerin yok sayılmaması, o değerlerin sosyalistlere ait değerler olarak sahiplenilmesi gerektiği anlamına gelmez. “Kitle siyaseti” adı altında sınıfsal içeriğinden koparılan bir ilericilik-gericilik karşıtlığına dayanarak bir burjuva ideolojisi olan Kemalizm ile uzlaşmaya çalışmak, sosyalist devrimci bir parti için kabul edilemez olduğu gibi, partinin siyasal ve örgütsel sorunlarını da açıklayıcı bir sağ sapmayı ifade etmektedir.
18. Türkiye İşçi Partisi’nde ideolojik netliğin ve siyasal akıl ortaklığının sağlanamaması, buna karşın benmerkezci bir örgütsel yöntemin tüm partiye dayatılması seçim dönemlerinde en belirgin hâlini almıştır. Devrimci ilkeler ve ideolojik titizlik korunarak düzen siyasetiyle kesin bir mesafe belirleyip seçim ve aday stratejisi oluşturmak yerine “çok oy alabilmek” için atılan yanlış adımlar, onarılması zor ve zaman alacak tahribatlar yaratmıştır. TİP, Mayıs 2023 seçimlerinde Türkiye sosyalist mücadele tarihinde nadir görülen bir oy oranına ulaşmış, bu kazanım üstün bir başarı olarak değerlendirilmiş fakat ne yazık ki başarının ne genel anlamıyla Türkiye siyasetinde ne de sosyalist siyasette karşılığı yaratılabilmiştir. Sosyalist mücadelenin gelişimi için bir fırsat olabilecek genel seçim başarısı, sosyalist sol tarafından sahiplenilmemiş, ayrıca seçim süreçlerinde yaşanan tartışmalar partinin Türkiye sosyalistleri ve Kürt halkıyla olan ilişkilerini zedelemiştir. Bu hasara neden olan faktörler sadece partinin merkezi kadrolarının sık sık dile getirdiği “solun kıskançlığı” veya “Kürt hareketinin dayatmacı tavrı” gibi argümanlarla açıklanamaz. 31 Mart 2024 yerel seçim sürecinde özellikle Hatay’da yaşananlar da göstermiştir ki, parti adına karar verme yetkisini elinde tutan yöneticiler, parti içinde olduğu gibi dışında da herhangi bir farklı öneriye, eleştiriye, uyarıya kulaklarını tıkamış ve en doğrusunu bildiğini iddia ederek hareket etmiştir. Bu tahribat sadece TİP’i değil, sosyalist solun birlikte hareket etme çabasını ve daha önemlisi halkın sosyalistlere olan inancını da olumsuz etkilemiştir. Öte yandan, tüm bu başarısız seçim kararlarının sorumlusu olan yönetici grup herhangi bir özeleştiri yapmamış, dile getirilen eleştirileri bazen “çözeceğiz” söylemiyle, bazen eleştirenlere parmak sallayarak sindirmeye çalışmış ve 2024 yerel seçim başarısızlıklarını “örgütün azalan gücü”ne bağlayarak pozisyonlarını korumaya devam etmiştir. Bu anlamıyla, partinin sorunlarını ve görevlerini açıklıkla tespit ederek çözmek için adım atmak yerine “1 milyon oy aldık”, “45 bin üyemiz var” gibi söylemlerle eleştirileri bastıran yöneticiler, kazanılan politik etkinin ve binlerce üyenin kaybedilmesinin asıl sorumlularıdır.
19. Parti merkezi, işçi sınıfının örgütlenmesi konusunda gündelik mücadelelere uygun örgütlenme araçları geliştirememiş ve sendikal alanda ise hantallaşmış sendikaların yönetimlerine girmeyi hedeflemiştir. Buna ek olarak, günümüz işçi sınıfının durumu hakkında bütünlüklü ve stratejik bir değerlendirme yapılmamıştır. Parti, işçi sınıfını tanımlarken kullandığı "gri yakalılar" kavramıyla, genellikle kent çeperlerinde yaşayan kent yoksullarını ifade etmekten ziyade, kent merkezlerinde yaşayan, eğitimli ve geleneksel anlamda "kentli" kesimleri kastetmiştir. "Kent emekçileri" ifadesiyle, partinin halihazırda ilişkide bulunduğu kitle, işçi sınıfının günümüzdeki biçimi olarak tanımlanmış, ancak bu kesim işçi olmaktan çok, "cumhuriyetçilik" ve "laiklik" gibi konularda gösterdiği duyarlılık üzerinden değer kazanmıştır. Kol emeğiyle geçinen ve kent çeperlerinde yaşayan binlerce gri yakalı emekçiyle arasına kültürel bir sınır çizen TİP merkezi, sabırlı ve ısrarlı bir çalışma yürütmek yerine, genel başkanının bir işçi havzasından belediye başkan adayı olması gibi hamlelerle bu kesimlere ulaşmaya çalışmış, ancak bu konuda başarısız olmuştur. Ücretli çalışan herkes işçi sayılabilse de işçi sınıfı yalnızca kültürel kodlarla tanımlanamaz. Devrimci bir partinin görevi, "eğitimli" olmayan işçileri ve sınıfın sanayide çalışan kesimlerini de örgütleyerek, onları en ileri bilinç düzeyine çıkarmaktır.
20. Parti merkezi, Kürt halkı ve hareketi söz konusu olduğunda, genişleyen seslenme kanallarını kullanarak sosyalistlerin ezilen ulus mücadelelerine bakışını daha geniş toplumsal kesimlere anlatmak yerine bu kesimlerde belirleyici olduğu iddia edilen “cumhuriyet” hassasiyetini üyelerine ve çevresine dayatmıştır. Egemen burjuva siyasal anlayışları besleyen “Kürtler-Kemalistler” ikiliği partiye ve sosyalist siyasal alana giydirilmeye çalışılmış ve Türk kimliğinin öncelikli olduğu bir “hassasiyet hiyerarşisi” yaratılarak, Kürt toplumu ile sosyalist siyaset arasındaki mesafe olumsuz örneklerle açılmaya çalışılmıştır. Aynı süreçte partinin merkezindeki Kürt yönetici kadro sayısı da bilinçli olarak azaltılmıştır. Seçim süreçlerinde aday belirleme ve parti yetkili kurullarının oluşturulması aşamalarında bu yanlışın giderilmesine yönelik tüm ısrarlı talepler ise dikkate alınmamış, temsil ettiği kitleyi Türk kimliği ve Kemalizm aidiyeti üzerinden değerlendiren bir parti/siyaset kurgusu fiili olarak hayata geçirilmiştir.
21. Sosyalizmi kurma hedefi olan bir örgütün Türkiye’de yaşayan Kürtlerin sosyal, siyasal, kültürel taleplerini savunmadan başarı elde etmesi mümkün değildir. Türkiye nüfusunun önemli bir kısmını Kürtler oluşturmaktadır ve Kürt sorunu, Türkiye siyasetini, toplumunu ve ekonomisini doğrudan etkileyen çözülmemiş bir sorun olarak yakıcılığını korumaktadır. Türkiye’de sosyalist devrim stratejisini Kürtleri dışlayarak ve yalnız bırakarak inşa etmek bu nedenle tarihsel ve stratejik bir yanlış olacaktır. Sosyalist hareketin günümüzde en önemli politik gündemlerinden biri, Kürt sorununu; Kürt toplumunun taleplerini temsil edecek, anayasal düzeyde Kürt halkının varlığını, yönetme ve kendi geleceğini tayin etme hakkını kabul eden eşitlikçi bir çözüm modeli sunacak ve Kürt hareketiyle pragmatizme kurban edilmeyen bir müttefiklik anlayışını benimseyecek şekilde ele almaktır.
22. Parti merkezinin dayattığı örgütsel anlayışın bir başka sonucu da parti içi yaşamda ve karar alma süreçlerinde eril siyasal kültürün partide egemen olmasıdır. Toplumsal cinsiyet alanında özgün bir politika üretilememiş; dahası, giderek politikasızlığın normalleştiği ve kadın mücadelesinin sığ bir “laiklik” talebine indirgendiği bir durum oluşturulmuştur. Toplumsal cinsiyet eşitliğini tüzükte kadın kotası tanımlamakla geçiştiren parti merkezi, kadınların stratejik pozisyonlarda eşit temsiliyet sağlama girişimlerini de yok saymıştır. Çoğunluğu erkek olan karar vericiler, denetlenmedikleri ve hesap vermedikleri her aşamada kadınların varlığını, fikrini ve eleştirilerini daha az hesaba katarak hareket etmiştir. Kadınların, kolektif olarak ataerkil sistem karşıtı devrimci politika üretme olanakları fiilen sağlanmamış, birçok başlıkta kadın politikasının çerçevesini belirleyecek tartışmaların önü kesilmiştir. Siyasal alanda yaratılan bu sessizlik pratiğe de yansımış, hak gaspında tepkisel eylemlere katılma ile sınırlı bir alana sıkışılmış; bu politikasızlığın üstü, seçimlerde kadın aday sayısının çokluğu ile övünülerek, diğer düzen içi partilerden ne kadar ileride olduğumuz söylemiyle yetinilerek örtülmeye çalışılmıştır. Bu tutum kadınların partinin iç örgütlenmesinde giderek daha az rol alarak örgütsel ve politik süreçlerin dışında kalmalarına neden olmuştur. Kitleselleşmek ve kapsayıcı olmak adına çıkılan yolda varılan nokta, partili kadınların kararlarının sürekli sorgulandığı ve sansürlendiği baskın bir eril tahakkümün devam etmesi ve politik olarak aktif olan ya da olmak isteyen kadınların partiyi politika yapabilecekleri bir adres olarak değerlendirmemeleridir.
23. Özellikle son iki yıldır yaşanan ve bu metinde yer alan değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere; partinin kurucusu, yerel örgütlenmelerin öncüsü, emektarı ve neferi olan çok sayıda devrimci üye, TİP’i kontrol altına almış statükocu ve dayatmacı bir anlayış tarafından partinin ve mücadelenin dışına düşürülmeye çalışılmaktadır. Sosyalist devrimci mücadelenin ve sosyalist hareketin birikimine, iradesine, itibarına zarar veren bu tür tasfiyeci girişimlere karşı mücadele etmek, tüm TİP üyelerinin devrimci sorumluluğudur.
D) Sosyalist Devrim Mücadelesi Ayağa Kaldırılmalıdır!
24. Türkiye sosyalist solu, uzun yıllara dayanan bir mücadele deneyimine ve Marksist-Leninist siyaset ile örgüt anlayışını yansıtan teorik ve politik birikime sahip olsa da tarihinin çok küçük bir kesitinde kitlesel politik etki sağladığı başarılı örnekler yaratabilmiştir. Dünyada neoliberal kapitalist sistemin işçi sınıfının siyasi kapasitesini ağır bir saldırıyla daraltması, geçmiş sol/sosyalist iktidar denemelerinin başarısızlıkla sonuçlanması, kapitalizme karşı ideolojik mücadelede zayıflık, kapitalist toplum ve üretim süreçleri dönüşerek yenilenirken sosyalist solun yerleşik alışkanlıklardan sıyrılamaması bugünkü tıkanmanın ve hareketsizliğin temel nedenleri olarak görülebilir. Türkiye özelinde ise son 10 yılda artan faşist iktidar uygulamaları işçi sınıfını siyaset alanının dışına itmiş, emek örgütlerini etkisizleştirmiş, yoksul kesimlerin önemli bir kısmını sağcılaştırmış, sosyal demokrasiyi yeni düzene uyumlu hâle getirmiş ve sosyalist solu ağır bir baskıyla marjinalleştirmeye çalışmıştır.
25. Sosyalist sol içinde bugün iki temel yönelim tanımlanabilir:
a. Sosyalist hareket içinde önemli bir alanı kaplayan bir kesim, emekçi sınıflar içinde kalıcı örgütlenme pratiklerini başaramadığı, düzenin ideolojik saldırılarına yanıt üretemediği, çağa uygun bir örgütsel anlayışı ve kültür geliştiremediği ve toplumsal kesimler nezdinde marjinal bir zemine itildiği her evrede, düzen içi alanlarda çıkış bulmaya çalışmaktadır. Parlamentarist-reformist siyaset tarzını son birkaç yılda temel pratiği hâline getiren ve bu pratiği bir yandan üye sayısını artırırken diğer taraftan üyeleri dönüştürme yetisini ve nihayetinde üyelerini kaybederek yaşayan TİP, bu yönelimin öne çıkan temsilcilerinden biri olmuştur. Ancak bu saptama yalnızca TİP ile sınırlı değildir. Bu yönelimi benimseyenler arasında, sözde keskin komünist söylemlere sığınarak eylemsizliği ve dar örgütçülüğü meşrulaştıran, egemen ideolojinin etkisi altında siyaset yapan ve bu nedenle örneğin Kürt halkının ve sığınmacıların taleplerine gözünü kapatan örgütler ve partiler de bulunmaktadır. Sol içi tartışmalarda birbirinden farklı ve karşıt gibi gösterilen bu iki siyaset tarzı, düzen içi siyaset yöntemlerini benimsemek söz konusu olduğunda aynı madalyonun iki yüzüdür.
b. İkinci yönelim ise devrimci iddia ve söylemlerini sürdüren ancak buna rağmen sistem karşıtı yeni toplumsal dinamiklerle ve işçi sınıfıyla bağ kurarak kitleselleşme olanakları oluşturamayan, bağımsız sosyalist siyaset inşası yerine CHP veya Türkiye’de direniş çizgisinin önemli bir temsilcisi olan Kürt Siyasal Hareketi gibi güçlü politik öznelerle ittifak yoluyla varlığını güçlendirmeye çalışan, sonuç olarak sınıf hareketinde ve sosyalist hareket içinde yeterli ağırlığı oluşturamayan bir özelliktedir.
26. Günümüze kadar edinilen deneyimler, her iki yönelimin de özgün başarılarına ve elde ettikleri dönemsel avantajlara rağmen işçi sınıfı ve yoksul halkların iktidar mücadelesini ileriye taşıyamadığını göstermiştir.
Sosyalist hareketin, kapitalizmin ve işçi sınıfının güncel yapısını doğru bir şekilde analiz ederek, geçmişteki hataları tekrar etmeden hem kitlesel hem de devrimci bir sosyalist partiyi inşa etme hedefini gerçekleştirmesi, ihmal edilemez ve geciktirilemez bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye’de sosyalist solun:
Siyasal gelişmeleri işçi sınıfının iktidar perspektifi doğrultusunda değerlendiren ve iktidar sorununu bir devrim sorunu olarak gören,
İşçi sınıfının örgütlenmesini uzun vadeli ve sabırlı bir çalışmayı gerektiren vazgeçilmez bir hedef olarak önceliklendiren,
Sendikal hareketin gerilediğini kabul ederek, emekçi kesimler içinde sınıf sendikacılığını güçlendirmeyi hedefleyen, bunun için yeni araçlar yaratan,
Her türlü örgütsel ve politik süreçte kadınların ve LGBTİ+’ların varlığını eşitlik ilkesi doğrultusunda güvence altına alan, kendi alanlarındaki mücadele pratiğine öncülük edebilmelerine alan açan ve toplumsal cinsiyet eşitliğini öncelikli bir başlık olarak kabul eden,
Sistem karşıtı niteliklere sahip farklı toplumsal hareketlere devrimci perspektifle yaklaşarak bu dinamikler içinde varlık gösterebilen, bu çabayı dar örgütsel çıkarlara odaklanarak değil, parti siyasetini toplumsal dinamiklerin güçlendirilmesi hedefiyle birleştirerek sürdüren,
Düzen siyasetine karşı mutlak devrimci bir mesafeye ve mücadele anlayışına sahip olan, bağımsız siyasetini başka bir politik güce feda etmeyen, egemen veya muhalif fark etmeksizin burjuva siyasi aktörlere karşı kararlı bir ideolojik mücadele yürüten,
Dar örgütçülük pratiklerini reddederek ve devrimci siyaset anlayışını koruyarak kitlesel bir sosyalist parti/odak hedefinin başarılı olmasını sağlayacak yöntem ve araçları geliştiren,
Demokratik merkeziyetçi işleyişi esas alarak eşitlikçi, kolektif, denetlenebilir, eleştiri-özeleştiri hakkını güvence altına alan ve yöneticileri geri çağırma ilkesini uygulayacak bir örgüt modelini hayata geçiren,
Liderin veya dar bir grubun dayatmalarını değil, devrimci mücadelenin çıkarlarını gözetmeyi ve partinin sosyalist siyasetini topluma etkin bir şekilde taşımayı önceleyen bir kadro politikasını oluşturan,
Türkiye’de Kürt halkının geleceğini tayin etme hakkını ve Kürt sorununun eşitlikçi çözümünü savunarak, Türkiye toplumu ve sol hareket içerisinde ortaya çıkan Kürt düşmanlığı, inkâr, dışlama gibi politik ve kültürel saldırılara karşı mücadele ortaklığı anlayışına sahip olan,
Sosyalistlerin birlikte mücadelesini üstünlük aramadan, eşit işleyiş, kolektivizm, dayanışma ve yoldaşlık esaslı bir anlayışla uygulayan bir yeniden kuruluş pratiğini sosyalist devrimci ilkeler ışığında hayata geçirmesi gerekmektedir.