Marx, Kapital’in ilk cildinde kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumlarda zenginliğin “muazzam bir meta” yığını gibi göründüğünü vurgular ve sonrasında metayı tanımlar: “Meta, her şeyden önce, taşıdığı özelliklerle şu ya da bu türden insan ihtiyaçlarını gideren dışsal bir nesne, bir şeydir. Bu ihtiyaçların doğası, söz gelişi, mideden mi yoksa hayallerden mi kaynaklandıkları, hiçbir değişikliğe yol açmaz.”
Bu tanımdan yola çıkarak, Marx’ın maddi ya da maddi olmayan emeğin ürünlerini birbirinden ayırmadığını görürüz. Buna rağmen güncel tartışmalarda, Marx bu ayrımı yapmadığı hâlde maddi emek icracısı ile maddi olmayan emek icracısı birbirinden ayrılır. Kol işçilerine kısaca mavi yakalı denir ancak zihin işi yapana ne denmesi gerektiği belirsizdir, çünkü onların dahil olduğu sınıf hakkında bir şüphe vardır.
Hâlbuki, sınıfı Marksist bir kavram olarak kullanıyorsak bir kafa karışıklığının olmaması gerekirdi. Marksist anlamda üretim araçlarından yoksun, emek gücü dışında satacak bir şeyi olmayan ve emek gücünü satarak maddi yeniden üretimini sağlayan kişiler işçi sınıfını oluşturur. Kendi adına çalışan profesyoneller, az sayıda çalışanı olan ve kendisi de bizzat üretim sürecinin içinde bulunan esnaf-zanaatkârlar ya da astronomik bonuslar, primler ve hisseler alan, çıkarı sermaye çıkarıyla özdeş üst düzey yöneticiler gibi ara katmanlar vardır. Ancak ülkemizde dört kişilik bir ailenin açlık sınırının dört asgari ücrete yaklaştığı bugünlerde, işsiz kaldığı takdirde kendisini birkaç ay bile geçindiremeyecek olan milyonlarca beyaz yakalı işçi üzerinden orta sınıf tartışmasının yürümesi orta sınıf kavramının kendisini bulanıklaştırır.
Zihniyle veya koluyla çalışan işçilerin farklı yönetim teknolojilerine maruz kaldıkları doğrudur. Eğitimleri ve sınıf bilinçleri aynı düzeyde değildir. Beyaz yakalıların üretim süreçlerindeki konumları ve bu konum üzerinde yükselen kültürel koşullanmaları, bu insanların kendi konumlarına dair doğru tahlilleri yapmalarını zorlaştırır. Bu alandaki örgütlü mücadelenin tarihinin de bugüne pek bir bakiye bırakmamış olması, bu alandaki sınıf mücadelesini daha da çetinleştiriyor. Ancak beyaz yakalıların orta sınıf olduğunu iddia etmek, kapitalist üretim tarzı içinde doğru bir konumlandırma değildir. Beyaz yakalıların işçi sınıfı bilinci söz konusu olduğunda mavi yakalılardan daha geri bir pozisyonda olduklarını söylemek politik bir mücadelenin stratejik tespitidir. O zaman devrimci siyasete düşen, “beyaz yakalı” diye tabir edilen kesimi kendine yakınlaştırmak olsa gerek.
Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde, "İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır" der. Lakin güncel tartışmalara odaklanıldığında "beyaz yakalılar hariç" demeyi atlamış gibi görünüyor. Öyle ya, onlar madem sınıf bilincine sahip değiller, öyleyse işçi sınıfının bir parçası da değiller. Böylece Marksizmin defetmeye çalıştığı idealist akıl yürütme tekrar kendine yer bulur. Bu akıl yürütme biçimine göre, beyaz yakalıların “işçi sınıfı” bilincine sahip olmamaları onların sınıfsal pozisyonunu belirler. Bir başka deyişle, kol işçisinin doğal kabul edilen konumu -sınıf bilinci olsun olmasın- beyaz yakalı için bir şarta bağlanır: Egemen düşünceler, egemenlerin düşünceleriyse de beyaz yakalı bu hegemonyaya bağışıklık göstermelidir, ancak o zaman sınıfı belli olur. Mavi yakalı, varoluşuyla kendinde sınıf olabilirken beyaz yakalı ancak kendi için sınıf olduktan sonra kendinde sınıf olabilir. Böylece politik bir sorun varoluşsal bir zemine çekiliyor, var olan sınıfsal çıkar birliği görünmez kılınıyor. Ayrıca işçi sınıfı mücadelesi sadece mavi yakalı işçilerin omuzlarına bırakılıyor. İşçi sınıfı cephesinin bir kanadı, politik mücadelenin konusu bile edilmeden teorik zeminde kesilip atılıyor.
Beyaz yakalıların mavi yakalılardan daha yüksek maaş aldıklarına dair genel kanı bu orta sınıfa fırlatma mekaniğinin önemli bileşenlerinden biriydi. Neoliberalizm sağ olsun artık Türkiye’de bu gerekçeyi pek kimse dillendirmez oldu. Beyaz yakalıların maaşları değişkenlik gösterse bile yoksulluk sınırının civarlarında geziyor. Ancak daha yüksek maaş alsalar bile mavi yakalıların daha yüksek maaş alan kesimi için kullanılan “işçi aristokrasisi” gibi bir kavram devreye giriveriyor. Bu işçiler, önemli ölçüde sendikalı oldukları için maaşlarının getirmiş olduğu günahı sınıf bilinçleriyle telafi ediyorlar. Hâlbuki Türkiye’de -ve kısmen diğer ülkelerde de- zihin işçilerinin kapitalist boyunduruğa katı bir şekilde geçişi kol emekçisine göre oldukça yenidir.
Braverman’ın Emek ve Tekelci Sermaye kitabında aktardığına göre; zihin işlerinin bölünmesi, parçalanması, makineleştirilmesi oldukça yeni bir olgudur. Braverman, kitabında Marx’ın mavi yakalı için Kapital’in ilk cildinde yaptığını beyaz yakalı için yapar ama tek farkla, Marx’tan yaklaşık 100 yıl sonra. Kapitalizmin doğuş sürecinde büroda faaliyet gösterenlerin patronla kurdukları ilişkinin -kol emekçisini sömürmedeki çıkar ortaklıkları- günahı, bugün beyaz yakalının üstüne yıkılmaktadır. Maddi olmayan emek ürünlerinin endüstrileşmesi ve bu endüstrileşmeye eşlik eden gerçek boyunduruk, beyaz yakalı “fabrikalarını” bildiğimiz fabrikadan görece geç bir tarihte ortaya çıkarmıştır. Buradaki kritik soru şudur: Mavi yakalıların yüzlerce yıllık emek mücadelesi pratiklerini, maddi olmayan emek sürecinin nesnel koşullarına göre tekrar edebilir miyiz? Beyaz yakalıları hemen orta sınıf kategorisine emanet etmek yerine ofisleri örgütleyebilir miyiz? Belki onlar da böylelikle sınıf bilinçleriyle sınıfımıza dahil olma şerefine nail olurlar.
Beyaz yakalı dediğimizde de bunun alt kırılım olduğunu unutmamak gerekiyor. Özellikle Batılı düşünürlerin cennetten bir haleyle taçlandırdıkları maddi olmayan emeğin, Marksist bir perspektifle yerli yerine oturtulması gerekiyor. Bugün “yaratıcı emek” olarak da adlandırılan, sanki kapitalist üretim ilişkileri içinde değil de kendi ideal dünyasında üretim yaptığı kabul edilen ve beyaz yakalılar içinde belli alanları kaplayan bu emek türünün, gerçekte nasıl üretim yaptığını görmek ve hiç de kapitalist üretim tarzının dışında bir yerde bulunmadığını anlamak; beyaz yakalıların bütün iç bölmelerinin de işçi sınıfı mücadelesi için örgütlenebilir olduğunu bize gösteriyor. Maddi olmayan emeğe dair genelde yazılanlar, kapitalist üretim tarzı içinde yabancılaşmamış bir ücretli emek kategorisi sanki var olabilirmiş gibi davranıyor. Sonraki tartışmalarımızın bir konusu bu soru olabilir.
Bir diğeri ise beyaz yakalıların nasıl örgütlenebileceğine dair teorik ve pratik boyutları olan bir soru. İşçi sınıfı cephesinin bugün olduğundan daha geniş olması şart. Bu noktada da beyaz yakalı işçilerin sınıf mücadelesine sınıfsal çıkarları adına -kendi üretim sürecindeki çıkarları adına- dahil olmaları elzem. Bunu nasıl yapacağımız sorusu önümüzde Gordion düğümü gibi durmakta. Marx’ın alıntıladığı bir atasözünü hatırlatıp yazıyı burada bitirelim: “Hic Rhodus hic salta!” (İşte hendek işte deve).